“Aptal, hiçbir şeye aklı ermeyen ve ermeyecek olan ve ülkeyi kontrol eden bir sınıf var. O yüzden bu savaş var.”
“Ayrıca bundan para kazanıyorlar.”
“Çoğu kazanmıyor” dedi Passini. “Fazla salaklar. Hiç uğruna yapıyorlar. Salaklıktan.”
“Savaş kadar kötü şey yok. Cankurtaran şoförü olan bizler, ne kadar kötü olduğunun farkında bile değiliz. İnsanlar ne kadar kötü olduğunu anlayınca da, durdurmak için artık hiçbir şey yapamazlar çünkü delirmiş olurlar.”
Hippolitus’un davranışlarına utangaçlıkla dolu bir saygı hâkim olmaya başlamıştı ve bu da Julia’nın gözüne ateşli tavırlardan çok daha hoş görünüyordu.
Kontun diğer genç kızlara yaklaşımını kendisine olan yaklaşımıyla karşılaştırdı ve onun her bir leydinin ilgisini eşit derecede arzuladığını düşündü. Öte yandan leydiler Julia'nın gözüne, Vereza'nın beğenisini kazanmak için kur yapıyorlarmış gibi göründü. Kontun aradaki farkı ayırt edecek hassasiyete sahip olmayabileceği düşüncesiyle bir an ürperdi.
“Ne olduğumu bile söyleyemezken kim olduğumu nasıl söyleyeceğim?”
“Ne olduğunu bulmanın bir yolu var mı?”
“Bana ait bir şey varsa… bir şey yapmışsam…”
“Bu mu seni var ederdi?”
“Elbette.”
“Hiç böyle düşünmemiştim. O halde, hangi isimle çağırıldığının bir önemi yok; hepsi olur; önemli olan ne yaptığın demek ki.”
“Peki, savaş ulusa kazanç sağlayan bir iş mi?”
“Zafer kazanılırsa faydası olur, değil mi?”
“Ülkenin menfaati için başlatılan bir savaş adalet mücadelesi midir acaba?”
“Öyleyse, Tanrı’nın nezdinde adaletsiz bir savaşta zafer olamaz.”
“Tanrı, ‘İntikam benimdir; ben geri ödeyeceğim,’ der. Savaşı kimin kazanıp kimin kaybettiğinin önemi yok. Tanrı’nın gözünde kim dürüst değilse cezasını çeker. İntikam bizim işimiz değildir.”