Deidameia elbisesini başının üstünden çekip çıkararak yere attı.
"Sence güzel miyim?" diye sordu.
Basit bir cevap verebileceğim için müteşekkirdim. "Evet" dedim.
Vücudu ufak tefek, narin yapılıydı; yalnızca bebeğin büyüdüğü karnında minicik bir şişkinlik vardı. Gözlerim daha önce hiç görmediğim şeye, küçük tüylü bölgeye kaydı.
Yeni doğmuş bir hayvan gibi titriyordu. Daha önce hep ufak tefek acılar çekmiş, her sıkıntısında yanında onu teselli edecek
birileri olmuştu. Oysa şimdi yalnızca bu oda, çıplak duvarlar ve o tek sandalye vardı. Kederinin hücresi.
Saçlarını parmaklarımın arasına aldım. İçimde bir şeyler toplanıyor, kanım Akhilleus'un elinin hareketleri altında gümbürdüyordu. Yüzlerimiz birbirine dokunuyordu ama ben yine de
onu daha yakınıma çekmeye çabalıyordum. Durma, dedim.O da durmadı. İçimde toplanan şey büyüdü, büyüdü, sonunda gırtlağımdan boğuk bir çığlık koptu, keskin tomurcuklanma
bedenimi ona doğru kavislendirdi.
Bu kadarı yeterli değildi. Elim uzandı ve onun zevk yerini buldu. Akhilleus'un gözleri kapandı. Hoşuna giden bir ritim vardı, bunu anlamıştım, nefesinin kesikliği, arzulu hareketleri o kadarını anlatıyordu. Parmaklarım hiç durmuyor, hızlanan her nefesi takip ediyordu. Akhilleus'un gözkapakları şafak göklerinin rengindeydi, teni yağmurdan sonraki toprak gibi kokuyordu.
Ağzı belirsiz bir çığlıkla aralandı. Birbirimize o kadar sarılmıştık ki sıcaklığının üstüme fışkırdığını hissettim. Titredi. Kıpırdamadan yattık.