Ülkemizde her gün ama her gün en az bir kadın şiddete uğruyor, tecavüz ediliyor ve öldürülüyor. Son 10 yıl içinde ülkemizde en az 2,500 kadın erkekler tarafından katledildi. Bunun sebebi kadınların ayrılmak istemesi, barışmayı reddetmesi. Öldürülen kadınların failleri eşleri, erkek arkadaşları, eski sevgilileri, boşanmış eşleri. En çok kadınlar güvenli olduklarını düşünen evlerinde katledildi.
Biz kadınlar ne mi istiyoruz? Eşit şartlarda yaşamak istiyoruz, caydırıcı cezaların gelmesini istiyoruz, doyasıya yaşamak istiyoruz. Kadınlara şiddet gösteren erkekleri de aslında biz kadınlar yetiştiriyoruz. Erkek ve kız çocuklarını ayırarak yapıyoruz bunu.
Yukarıda tüm bunları neden mi yazdım? Çünkü kitabın ilk yarısında eşini kıskanan, ayrılığı kabullenemeyen ve eğer eşi onu terk edecekse her türlü kötülüğü yapacağına dair tehditler savuran takıntılı bir kocayı okuyoruz. Ben bir insanın özünde değişeceğine inanmıyorum. Neyse o. Ne yazık ki bazı kadınlar eşlerini affedip bir daha olmaz mantığıyla hareket ediyor. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyada da kadınları koruyan kanunların eksikliğini fark ediyoruz okuyunca. İstediğin kadar evden uzaklaştırma cezası ver. İnanın hiçbir işe yaramıyor. Takıntılı ruh hastalarından kurtulmak çok zor. İşte bu kitapta, güneşli bir göğü aniden kapatan bir fırtına bulutu gibi ilerledi. Çok sinir bozucuydu. Yazar hem bu konuyu gayet güzel bir şekilde ele almıştı hem de devamında gelişen olaylar tam bir ters köşeydi. Tıpkı güzel kokusuyla avını çeken ama elinizi uzatıp dokunduğunuzda zehrini yayan çiçekler gibiydi kitap. Akıcı ama rahatsız edici...