Herkesin seveceği tarzda bir kitap değil, anlatımı farklı ve bana göre sıkı okuyucuların sevebileceği cinsten bir eser. Kitabı iki bölümde düşünebiliriz, ilk yarısında olay örgüsü daha reel ve zaman,mekan kavramı netken, ikinci yarısında çerçeve öyküler ile biraz daha sürreal bir anlatım var, seçilen benzetmeler tanımlar tasvirler çok hoş.
NisanFatma Akerson · Yapı Kredi Yayınları · 201420 okunma
Nisan'ın Notu
Çerçeve açılır ve metin burada biter. Bu kadar basit. Bu kadar basit mi sahiden?
Bu kadar basit mi sahiden? Şimdi sorular kafamın içinde dönüp duruyor: Bu mavi gözlü yabancıya çerçeve öykümü anlatacak mıyım? Ayhan'la Karadeniz'in karanlık sularına bakarak, gözlerimi kapatmayı bilmeden öpüştüğümü; Ayhan'ı Venedik'te terk ettiğimi (yoksa aslında o mu beni terk etmişti?); bu çerçeve öyküyü ne kocama ne de Omar'a anlattığımı; aydınlık bir yaz gecesinde o kumsala omuzlarımda yıldız tozlarıyla indiğimi ve Hiroşima Sevgilim'i bir çok kez seyret- tiğimi; bu çerçeve öykünün beni damgalayıp, belirlediğini? Bunları anlatıp çerçeveyi sahiden açabilecek miyim?
Öteki şeyleri anlatabilirim: Durumsuzlar koyunu; Omar'ı da bırakıp gittiğimi; güneş enerjisini o kocaman akülere nasıl aktardığımı; Afrika'daki o otel odasına sızan flüt sesini; geri dönüşümü; geçmişimi değiştirmeye uğraştığımı; kırmızıya boyadığım o tabureyi; Ada'da kaybolan oyuncu kadını; o vahşi bahçeyi; o soğuk ülkedeki pansiyoncu kadını... Bunlar belki anlatılabilir. Şehrazad olsa anlatırdı, ama ben Şehrazad'tan önce boynu vurdurulan o öteki kızlardan biri de olabilirim!
Sonra bir soru daha var: Neyi anlatırsam anlatayım, hangi dilde anlatacağım: Matematikçinin dilinde mi, bilim tarihi dersleri veren akademisyenin dilinde mi, yoksa Spor Akademisinde çalışan koşucu kızın dilinde mi?
163
Bir tane Şehrazad'ın çıkıp, kızları kurtarabilmesinden önce pek çok genç kız yok olmuştu, hiçbir okuyucunun kendini özdeşleştirmek istemeyeceği, adı sanı bilinmeyen pek çok genç kız.
Ölümü dışlaştırmış, yaşamı sürekli kılmak istemiştim. Şimdi, motorda giderken, denizin sonsuz gibi görünen düzlüğü içinde bu girişim aptalca geliyordu. Ölümü göze almadan yaşam da olmayacaktı belki?
'Düşün ki ben bir kadın pilotum. Benim kullandığım uçağa binip, gözünün cam mavisini vurgulayan lacivert kostümünle, 18 saat güneşi kovalayarak benimle uçabilir misin?'
Gerçekten de doğup büyüdüğümüz kent çılgın bir karmaşayla dolu, müthiş bir çelişki yığınıydı. Bu karmaşanın içinden birbirine benzeyen biçimleri saptayıp ayırmak, tek tek öğrenip kavramak hemen hemen olanaksızdı. Oysa arkadaşım, yalından karmaşığa doğru giden bir öğrenim ortamı arıyordu. 'Hepsini tek tek öğrenip sonunda karıştırmalıyım' diyordu. Her şeyi, ama her şeyi, en soyut kavramları, en soyut oluşları bile dansa dönüştürebilmeliyim. Ve sonunda verilmiş ortamları değil, içimde birikeni, kendi üretimim olanı kurabilmeliyim. Burası, içinde yaşadığımız bu kent ancak usta bir yorumcunun, bir yaratıcının son durağı olabilir... ya da çıkış noktası, dedi ve gitti.
Böyle düşündü Nisan. Bunu yapabilmek için geçmişini değiştirmesi gerekiyordu. Geleceği değiştirmek, yapılmış planlardan vazgeçmek, başka seçeneklere yönelmek kolaydı da, geçmişi değiştirmek zordu. Neyi silecekti?