bütün dertleşme ortamları iyi insanların yediği kazıkların, başlarına örülen çorapların, sömürülen iyi niyetlerinin sızlanmalarıyla yankılanır. hayır diyemediği için başkalarının sorumluluklarının hamallığını yapanların sesleriyle. tümgüçlü, saf iyi ve aşırı mütevazi olduğuna inananların çileci anlatımlarıyla. yani kötülükle/kendi kötülükleriyle barışamamışlarla.
insan iyi görünmekle ne kadar meşgulse özüne o kadar cahil kalıyor. insan kendine ne kadar cahilse ötekine o kadar düşman oluyor.
özetle kendimizdeki kötülüğü kabul etmediğimiz için başkalarının hasedini/kötülüğünü kendimize çekiyoruz. minnet duymalarını sağlayarak, borçlu ve yetersiz hissettirerek, aşırı hoşgörülü olarak ya da onlara acıyarak.
böylece hiç sormamıza gerek kalmıyor; bu kadar iyiysek neden hep kötüler bizi buluyor.
hayat, herkesin karşısına çeşitli imkanlar çıkarıyor. bu kimi zaman bir insan oluyor kimi zaman bir iş kimi zaman bir yolculuk. o an bilge yanımız kalbimize fısıldıyor, "istediğin şey mümkün olabilir; o adımı at, o insana kendini aç, bu fırsatın değerini bil, o yolculuğa çık..."
ama biz o sese güvenemiyoruz. bilgi ve öğrenme meselesine öyle çok takıldık ki hangisi doğru diye düşünmekten kalbimizin sesini duymayı unuttuk. hemen mantıklı mı değil mi daha iyi bir seçenek olabilir mi diye düşünüyoruz. o esnada hayatımızın imkanı kaçıyor. sonrası ah vah. sonrası başkalarını suçlama. sonrası kendine acima. sonrası şikayet. oysa insan ne yapıyorsa kendi eliyle yapıyor, neyi kaçırıyorsa kendi eliyle....
yakınma ve şükür: yaşamaya cesaret edebilenlerle edemeyenler arasına sızmış iki kelime.
değer görmek, sevilmek, beğenilmek hepimizin en temel ihtiyacı. aslında ihtiyaç olmasının ötesinde hakettiğimiz de bir şey. doğduğumuz andan itibaren ebeveynlerimizin bize değer verip vermemesinden bağımsız olarak değerliyiz. ancak kimimiz bunu hissetmeden büyüdük. sadece iyi işler yaptığımızda, başarılı ve becerikli olduğumuzda bir anlamımız olduğunu hissettik. bunu sevgi görmenin yegane yolu olarak benimsedik ve yaşamımızı buna göre şekillendirdik.
psikoloji kendiliği "yapan ben" ve "olan ben" olarak iki şekilde tanımlar.
- sadece aktifken, iş üretirken, yararlı bir şey yaparken değerli ve sevilebilir hisseden benlik.
- olduğu haliyle kendini kabul eden, varlığını anlamlı kılmak için durmaksızın çalışmak zorunda hissetmeyen, dinlenmeyi kendine hak gören, durabilen benlik.
evet, varlığının kendiliğinden oluş halini yeterince anlamlı bulmak çok değerli. sadece yürümek, sadece uçmak, sadece yanmak, sadece sevmek, sadece ve kendi halinde dertlenmek de çok değerli.
Bir insanın bir başka insana yapabileceği en büyük kötülük onu aşağılamaktır. Bütün kötülükler aşağılamayla, diğerinin yapılanı hak ettiğine dair inançla başlar.