Hepsi birazcık da
para biriktirip, iç topraklardaki memleketlerine dönmeyi düşünüyordu.
Fakat gemiden inip
Hakodate ya da Otaru kentlerine ayak basıp çalışmaya başlayınca,
ayakları pirinç kekine saplanmış serçe
misali çırpındılar.
Sonunda, tıpkı “doğdukları günkü” gibi çırılçıplak
soyulup sokağa atılmış buldular kendilerini.
İç topraklardaki memleketlerine dönemezlerdi.
Onlar da, kimselerinin olmadığı karlı Hokkaido'da “o seneyi atlatmak”
için üç otuz paraya
bedenlerini “satmak"
zorunda kaldılar.
İşte tam o anda, yumuşak pus tabakasının içinde miçonun iki mumu
andıran bacakları beliriverdi.
Miçonun belden aşağısı tamamen çıplaktı.
Ardından, miço öylece çömeldi. Akabinde,
balıkçı, oğlanın üzerini bir kara kurbağası gibi kaplayıverdi.
Bunlar, kalbi zayıf balıkçının “gözlerinin önünde”, kısacık bir
anda oluvermişti.
Boğazına bir şey düğümlendi.
Gayriihtiyari bakışlarını kaçırdı. Birdenbire içki çarpmış ya da ağır bir dayak yemiş gibi bir heyecan hissetti içinde.
İçlerinde semirerek şiddetlenen cinsel arzular balıkçılara
gitgide daha fazla ıstırap vermeye başlamıştı.
Bu sağlıklı erkekler, dört beş aydır, doğal olmayan bir şekilde, “kadınlar"dan ayrı kalmışlardı. Hakodate'de kiraladıkları fahişelere
dair yahut kadınların edep yerlerine ilişkin kaba saba hikâyeler gecelerin vazgeçilmez bir alışkanlığı olmuştu artık.
Bir şunga* resminin elden ele defalarca, bıkmadan usanmadan,
dolaştığı oluyordu.
* Şunga: Genellikle tahta baskı olarak yapılan geleneksel Japon erotik resim sanatı.
-Kendimi yengeç gibi hissediyorum Simone.
Sebebi nedir?
-Yengeçler denizde yaşar ama yüzemez.
Ben de nefes alabiliyorum ama dünyaya bir türlü ayak uyduramadım sanırım.