Kadının o günkü oturuşu gözünün önünde canlandı; lambanın gölgesinde karanlıkta kalmıştı, hem yakın hem uzaktı, sevdiği ve ulaşamadığı kadın; yüreğinin o gün heyecandan nasıl çarptığını bir anda hissetti, kadının mısranın ahenkli dalgasında titreşen sesi çalındı kulağına, şiirde -yalnızca şiirde bile olsa- “özlem” ve -başka dilde ve başkaları için söylenmiş bile olsa- “aşk” deyişini duydu, o sesten, onun sesinden bunları duymak sarhoş edeciydi.
Bu şiiri yıllardır nasıl unutmuştu, evde yalnız kaldıkları ve yalnız olmaktan akılları karışınca tehlikeli konuşmalardan kaçıp kitapların tehlikesiz dünyasına sığındıkları; bazen derin duyguların açık itirafının çalılıklarda yanan ışık gibi sözcüklerin ve melodilerin ardında birdenbire parladığı, çılgınca ışıldadığı itirafın kendi var olmasa da mutluluk verdiği o akşamı nasıl unutmuştu? Bunca zaman nasıl unutabilmişti? Dizeleri gayriihtiyari içinden okuyup tercüme etti:
Issız eski parkta karlar içinde,
Arıyor geçmişi iki gölge
Dans le vieux parc solitaire et glacé Deux spectres cherchent le passéKitabı okudu
“Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim de bir ruhum bulunduğunu öğrettin.”
~G~
“Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!“