İtirazın iki şartı
Çok olmadığımız kesin
Çok olan tarafta değiliz
Çok olan tarafta olmayacağız
Türkiye’de Kürt olacağız
Kürtlerde Ermeni
Ermenilerde Süryani
Çoğu kez yandaki café'lerden birinde buluşurduk. Sayıları gitgide artan, çoğunlukla da hırpani kılıklı gaziler sokaklarda topallamaya başlamışlardı. Onlar için yardım toplanıyordu, bilmem ne "Günleri", şunlar ya da bunlar yararına ama özellikle de "Günleri" düzenleyenlerin yararına. Yalan söylemek, düzüşmek, ölmek. Başka bir şeye kalkışmak yasaklanmıştı. Hırsla yalan söyleniyordu, düş ötesi, gülünç ve saçmalık ötesi, gazetelerde, afişlerde, havada, karada, denizde. Herkes işin içindeydi. En kuyruklu yalanı kim söyleyecek diye yarışıyorlardı. Kısa süre sonra kentte gerçek diye bir şey kalmadı.
Hatta kendimi şu pek keyifli ve pekiştirici kanaate bile kaptırdım: zarafeti bu kadar cesur, manevi coşkusu bu kadar çekici bedenler üretmeye yatkın olan bir ülke insana kim bilir daha nice temel keşifler sunuyordur, biyolojik anlamda, elbette.
Insanın ne dediğini bilmesi ve bunu bir daha asla unutmaması için, mutlak doğrular dışında herhangi bir şey anlamanıza olanak vermeyen bu bir tür bilinçli, sağlığı yerinde, ertelenmiş can çekişmeyi dağarcığına atmış olması gerek.
Her alanda, asıl yenilgi, unutmaktır, özellikle de sizi neyin gebertmiş olduğunu unutmak, insanların ne derece hırt olduklarını asla anlayamadan gebermektir. Bizler, mezarın önüne geldiğimizde, boşuna şaklabanlık yapmaya kalkışmamalıyız, öte yandan, unutmamalıyız da, tek sözcüğünü bile değiştirmeden her şeyi anlatmalıyız, insanlarda gördüğümüz ne kadar kokuşmuşluk varsa, hepsini, sonra da yerimizi sıradakine bırakıp, uslu uslu inmeliyiz deliğin içine. Tüm bir yaşamı doldurmaya yetecek bir uğraştır bu.