“Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde nerden derman bulayım
Meğer şah elinden ola çaresi”
Bu coğrafyanın çocukları olarak, belki
de hüznü bir nişan gibi taşımak kaderimizdir. Anadolu’nun bereketli topraklarında yetişen her insan, ister istemez bu hüznün gölgesinde büyür. Kimimiz aşk derdine düşer, kimimiz ayrılık acısıyla kavrulur, kimimiz de hayatın türlü zorluklarıyla yoğrulur. Ancak, her birimizin içinde bir yerde, bu dertlerin ve hüzünlerin ortak bir melodisi yankılanır.
Göklerin ve yerin yaratılışında,gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır.
Onlar ayakta dururken,otururken,yatarken hep Allah'ı anarlar.Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler ve şöyle derler:
"Rabbimiz ! Sen bunu boş yere yaratmadın,seni tenzih ve takdis ederiz.Bizi cehennem azabından koru."
Ali Imran 190-191
Namık Kemal, bütün yaşamı boyunca
milliyetçi ve ahlakçı değerleri öncelemesi ile bilinir. Ona göre Batı medeniyeti karşısında ayakta durmamızı sağlayacak, yaralı aslan olan devleti ayağa kaldıracak olan yegâne güç içimizde var olan ve bizi vaktiyle yüceltmiş olan cevherdir. Bu cevher ahlaki, dini ve örfi değerlerden örülüdür ve öz benliğimizde halk bilincinde, edebiyatında saklıdır. Romanda bu cevherin sembolü Dilaşubdur. Bilgili, güzel ahlaklı, itaatkâr (Ulul-emre itaat), kanaatkâr, dürüst ve namusludur. Roman sonunda kalbinden hançerlenir. Çünkü Dilaşub hem doğunun hissi tarafını hem de medeniyetin tam kalbindeki cevheri temsil etmektedir. Aynı şekilde ussal tarafıyla bilinen Batı’yı temsil eden Mahpeyker beyninden hançerlenir. Romanın siyasî katmanlı bir okumayı akla getiren en önemli taraflarından biri de iki karakterin milliyetlerine ilişkin yapılan olumsuz vurgudur. Bunlar Hırvat ve Arap Abdullah’tır. Batı/Mahpeyker ile ortaklaşa Ali-i Osman/ Ali Bey’in sonunu hazırlarlar. Öldüremezler ama içindeki cevheri öldürerek ağır bir darbe ile bir daha ayağa kalkamayacak hâle getirirler.
Romanda ilginç bir ayrıntı olarak, Batı’yı temsil ettiği savlanan Mahpeyker beyninden bıçaklanmıştır. Dilaşub ise, bugün bile hayata açtığı pencere duygusallık olan Doğu toplumunu imlemektedir. Osmanlı’yı ayakta tutan manevi güç/cevher olarak imlenen Dilaşub’un kalbinden üstelik Mahpeyker’in Abdullah Efendi’nin yardımı ile kiraladığı katili tarafından hançerlenmiştir. Namık Kemal’in ve diğer aydınların kurtarıcı olarak gördükleri cevherin/Dilaşub, Mahpeyker’in/Batı dünyasının varlığı ve çabaları sonucu varlığını yitireceği betimlenmiştir. Çalışmada Osmanlı Devleti’ni yansıttığı savlanan, Ali Bey ise yavaş yavaş tıpkı Osmanlı’nın erimesi gibi eriyerek ölür. Romanda hayatını en son kaybedenin Ali Bey oluşu Namık Kemal’in İmparatorluk rüyasından bütün kötü gidişe rağmen uyanmak istemeyişine bağlanabilir. “Namık Kemal, o çöküş yıllarında bile imparatorluk rüyasını devlet-i ebed-müddet rüyasını görüyordu. O bu rüyadan hiçbir zaman uyanmak istemeyen bir idealistti.” Buna karşılık Namık Kemal, Vatan Mersiyesi’nde canını teslim eden vatanın kanlı naaşı önünde cenaze namazı kılmaya çağırır:
“İşte cân verdi vatan dinine, hürriyetine
Buyurun kanlı musallaya hüdâ hürmetine
Hakk’a karşı duralım er kişi niyetine.”
• Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. (Şuara 26/191)
• Ve muhakkak ki bu (Kur'ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Şuara 26/192)