İç dünyamı altüst eden, tüm dünya düzenini tekrar tekrar sorgulamama yol açan bir kitap oldu. Sindire sindire uzun sürede okudum çünkü on dört yaşında bir kız çocuğunun yaşadıkları, düşündükleri ve hayalleri ağır geldi. En çok da yakalanmadan 3 gün önce yazdığı sayfaları okurken çok garip hissettim. Yakalandıktan sonra yaşadıklarını da onun ağzından okumayı çok isterdim fakat çok trajik bir şekilde savaşın bitmesinden sadece üç gün önce Margot ve Anne tifüs salgını sebebiyle ölmüşler. İçinde bulunduğu cehennem koşullarında bile umudunu kaybetmeyip kendine mutluluk yolları açan güzel kızın sonunun böyle olmasını hiç istemezdim. Buna rağmen en sevdiğim kitaplardan biri oldu.
İnsanın yoksul bir babası olması ne kötü! Bakışlarımı lastik pabuçlardan ayırdım ve önümde duran galoşları gördüm. Babam ayaktaydı, bize bakıyordu. Gözleri sınırsız bir hüzünle doluydu. Gözleri öyle büyümüş öyle büyümüştü ki, Bangu Sinemasının perdesini doldurabilirdi neredeyse. Ve öyle korkunç bir acı vardı ki bu gözlerde, ağlamak istese bile ağlayamazdı. Bitmek tükenmek bilmeyen bir dakika boyunca orada durup bize baktı, sonra sesini çıkarmadan önümüzden geçti. Yıkılmıştık, bir şey söyleyecek durumumuz yoktu.