Ben köylü bir adamım. Gözlerimi yemyeşil bir zeytin ağacının altında açtım. Rüzgarın yakın bahçelerden getirdiği asma yapraklarına yazmış annem benim doğum tarihimi. Benim kundağım babamın eski bir düşüydü. Ve bütün servetim bağ bozumundan dönen kadınların pekmez telaşını unutarak çektiği zılgıtlardan ibaretti.
Tarlamızda -Korkulukla ben- yamalı gömleklerimizi takas ederdik. Birlikte uyurduk birkaç dönümlük bakla yatağımızda. Sezonun sonundaysa trafik lambası telaşı, gelip geçen arabaların korkusu olmadan kel dünyamızda koşar dururduk.
Bu yüzden büyük şehirleri sevmem ben. Uzun caddeleri, şehir boyalı yüzleri ve TV reklamından yeni çıkmış kıyafetleri sevmem.
Her şeyi göze alarak, portakal sepetleriyle, okula giden kız çocuklarıyla, beyaz güvercinlerle ya da bakkalın çırağıyla sevdiğine mesaj göndermeye alışmış olan ben, bir oka tıklayarak gönderdiğim mesajdan nasıl bir zevk alabilirim ki?
Ben köylü bir adamım. Dışarda şık bir av gibi panikle koşan, derilerini yılanlardan çok değiştiren bu insanları anlayamıyorum. Ama su kanalı kazmayı, ellerimle ceviz kırmayı, yuvası için rüzgârdan korkan kuşun sevincini geri getirmeyi ve her gece, annemin ben küçükken söylediği şarkılara tırmanarak acılarıma ulaşmayı çok iyi biliyorum.