Cemile yılmaz

Cemile yılmaz
@Cemreyilmaz
Ögretmen
Yüksek lisans
İstanbul
Sivas/Divriği
293 okur puanı
Haziran 2017 tarihinde katıldı
350 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Psikanaliz ve Sonrası
Psikanaliz ve SonrasıEngin Geçtan
9/10 · 736 okunma
Reklam
Düşünmemiz de gerek... Neden derseniz, insanın eli ve bedeninden sonra beyninin bazı özelliklerinin makineye geçtiği zamanlara geldik; şimdi düşünme, kavrama, yanıtlama gibi daha kapsamlı yetilerin makineleşmesine gidiliyor. Bu, bir yandan insanlığın bugünkü kaygı uyandıran siyasal, toplumsal, ahlâki çökmüşlüğünü ve zeki makinelerin insanlık adına gelişmeden çok tehlike olabileceği olasılığını akla getiriyor; öte yandan akıllı makineler dünyasında insana ne olacağını. Örneğin insan süper zeki makinelere karşın yönetimi elinde tutmayı becerebilecek mi, yoksa işe yaramaz hale mi gelecek? ması sağlanabildiğinde, bu teknolojiler tüm insanlığın hizmetinde mi olacak, yoksa birilerinin ötekilere karşı güçlenmesini sağlayarak köleliği mi hortlatacak? 3D makinelerle her şeyin üretimi mümkün olunca bundan refah mı üretilecek, silah ve savaş bolluğu mu? Kısacası öyle gelişmelerden söz ediliyor ki, bugün “açıl susam açıl” misali olan sihir, yarın “Alaattin’in Lambası”na dönüşecek amma Alaattin’in lambasının insanın dileklerini yerine getirmesi gibi, yarının teknolojilerinin getirecekleri de insanın, insanlığın ne isteyeceğine bağlı olarak değişecek. Neyin isteneceğiyse kuşkusuz insanlık durumuna bağlı!

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Cemile yılmaz
Bir kitabı okumaya başladı
Aptal İnsanlar, Zeki Makineler
Aptal İnsanlar, Zeki MakinelerMeryem Koray
7/10 · 1 okunma
Nefahât’ta, ilk olarak 161'de (777) ölen Süfyân-ı Sevrî ile çağdaş Ebû-Hâşim-i Kûfi’ye sûfi dendiği ve ilk tekkenin, bir Hristiyan beyi tarafından Şam’a bağlı Remle’de kurulduğu bildirilm ektedir (terce- me, s. 86). Bu tekkenin kuruluşu hakkında da şöyle bir rivâyet var: Hristiyan beyi ava çıkmış. Yolda iki kişinin birbiri ne rastlayıp elele tutuşarak koçuştuğunu, oturup yanlarında ne varsa ortaya koyduklarını, yiyip içtikten, konuşup görüştükten sonra ayrıldıklarını görmüş. Bu hal pek hoşuna gitmiş. Orada kalanı çağırıp, giden adamı, evvel ce tanıyıp tanımadığını sormuş. Tanımadığını anlayınca peki demiş, neden birbirinize sarıldınız, oturup yemek ye diniz, konuştunuz? Adam, nereli olduğunu bile bilmem, fakat bizim yolumuz budur deyince, sizin buluşup toplandığınız yerler var mı diye sormuş. Olmadığını anlayınca size ben bir yer yapayım da orada buluşun demiş, ve Rem- le 'de onlara bir yer yaptırmış (aynı sahife). Bu rivayete göre sûfî ve tasavvuf sözleri, hicretin ¡kinci yüzyılında (VIII) meydana çıkmış
Reklam
Bir şeye bilgi demek için konusu, gayesi, metodu olması gerekir. Sûfîler, tasavvufun çeşitli tariflerinden de anlaşılacağı gibi bunu, hale, ahlâka ait bir meslek olarak gösteriyorlar. Tasavvufa hal bilgisi, öbür bilgilere kaal bilgisi, yani söz bilgisi diyorlar. Hattâ içlerinde okumayı, bilmeyi, insana varlık, benlik verdiği için kötü görenleri bile var. Meselâ Abd'ül-Kaadir Giylânî’ye (561 H. 1166), yahut Muhyi’d-dîn ibni Arabîye (638 H. 1240) atfedilen «Risâle-i Gavsiyye»de, «Bilgi sâhibinin, bilgisiyle bana yolu yoktur; ancak bilgisini bıraktıktan sonra yol bulabilir» sözünü okuyoruz (Seyyid Muhtar'ın şerhi; İlhâm ât-ı Kaadiriyye; Prof. Haşan Reşat basımı; Bom bay 1356 H. 1938, s. 65). Bu bakımdan, tasavvufa ilim desek bile, onlar gibi ancak hâl ilmi diyebiliriz.
Her sûfî, bir şeyi, bir başka türlü yorumlar. Hattâ onlar, uydurma hadîsleri bile, hadîs bilginleri rivayete dayanırlar, biz, Hz. Rasûl’ün mübarek ağzından duyduk gibi şaşılacak bir hükümle hadîs olarak kabul etmekten çekinmezler. Gazâlî'nin (505 H. 1111), tasavvufa dair «İhyâu Ulûm’id-dîn» adlı kitabı yalan hadîslerle doludur. Bu yorum, İslâma çok büyük zararlar vermiştir
Gazâlî, Mişkâtü'l-Envâr'da. modern dilde bilişsel sü reçler olarak tanımlanabilecek şekilde "insan ruhun daki tedrici değişimler" olarak adlandırdığı bir kavram ortaya koyar. Gazâlî'ye göre bunlar gelişimsel bir sıra lamayla ortaya çıkar, ama hepsi tam anlamıyla olgun yetişkinde bir arada bulunur. Lacan, perspektifinde önemli olan duyusal ruh ve imgelemci ruh arasında ayrım yapar. Duyusal ruh, duyular tarafından iletilen bilgileri alır. Annesini emen bir bebekte duyusal ruh vardır. Buna karşın imgelemci ruh duyular tarafından iletilen bilgiyi kaydetmektedir. Bazı hayvanlarda da bulunmasına karşın, görüş alanı dışındaki bir nesneyi unutuveren çocukta bulunmaz. Gazali bu ikinci fonk siyondan, "nesne kalıcılığı" olarak tanımlayabileceği miz çocuk ruhunda hayal gücünde korunan görüntü ye, var olmayan bir varlığa dayanan, görüntü alanının dışında bir şeyler için ortaya çıkan arzu çatışmasının doğduğunu vurgular. İmgenin ortaya çıkışını ise bir tür bölünme olarak değerlendirir. Freud ve Lacan'da bu bölünme, talebin (sevgi talebi) ihtiyaçtan (fiziksel bir nesne tarafından tatmin edilen bir fizyolojik duru mun) ayrılmasına bağlanmaktadır. Bu ayrılma, çocuk (Lacan'ın terimleriyle) imgesel olanın sahasına girdik çe bir çatışma yaratır. Gazâlî böylece, insan gelişimi nin, ihtiyaç temelli duyusal verilere bel bağlamaktan uzaklaşarak işaretlerin algıyı biçimlendirdiği (tersinin değil) bir dünyaya doğru evrildiğini vurgular.
Resim