‘Portakal yiyen bir kadından hiçbir zarar gelmez’ diye düşündü adam.
‘Şemsiye taşıyan adam yağmurda bırakmaz’ diye düşündü kadın.
Sonra sessizce, portakal turuncusu güneşin ufukta yavaş yavaş denize batışını izlediler.
Aslında tam birbirleri için yaratılmışlardı.
Ama ne portakal mevsimiydi…
Ne de yağmur yağıyordu…
"Biliyorum canın çok yandı. Biliyorum insanlara çok kez kırıldın. Günlerce ağladın. Defalarca bir daha âşık olmayacağına yemin ettin. Tutabildin mi peki sözünü ruhparçam? Kalbindeki o ufacık kıvılcımı söndürebildin mi yalan gerçeklerinle? Senin görevin âşık olmak değil, “AŞK” olmak..."
"Bu bizim seninle olan hac yolculuğumuz, kendi benliğinden içeriye giden. Cehennemde başlayıp, cennette biten... Senin görevin kutsal toprakları bulmak değil, bastığın her karış toprağın kutsal olduğunu anlamak..."
Hadi şimdi gözlerini gerçekten kapat...
Her yer bir anda karanlık oldu mu?
Güzel...
Sence neden karanlıktasın?
Her yer günlük güneşlik ışık içindeyken ve senin gözlerin kapalı olduğu halde bile güneş tepende durup seni aydınlatmaya devam ettiği halde sen yine de karanlıktasın. İşte senin hayatı yaşama biçimin bu... Karanlığı yaşamak, senin kendi tercihin... Hayatın boyunca gözlerin hep kapalı kaldığından, kendi güneşini göremiyorsun!
“Gözünü açana ışık çok yeryüzünde...
Gönül gözünü kapatana, yazık ki aşk yok bu âlemde...”
"Sana duyduğun en büyük yalanları aslında gözlerinin anlattığını söylesem ve gözlerini açık tutma çabanın, seni körleştirdiğini hatırlatsam bana ne dersin?
İnanmazsın değil mi?
Güzel...
“Hiçbir şeye inanma... İnanç seni tutsak eder...
Seni ancak hakikat özgürleştirebilir!”