mekânın ruhu
“Mekânların kişiliği, ruhu vardır.” derler. İnanırım. Camilerin vardır mesela. Hem de ufak büyük demeden her birinin.
İçinde göze görünür, etrafa dağılır, duvara kokusu siner pek az günah işlenmiş yerlerdir camiler. Girdiği anda insanı kucağına alır, sakinleştirir, başını okşar, elinden tutup huzura çıkarır. O yüzden hiç olmazsa dışarıda olduğunuz günler namazı camilerde kılın, derim.
Her birinden, lazım oldukça açıp açıp bakacak, içinizi ferahla- tacak, sizi sevdiğiniz bir mekâna gitmenin heyecanıyla seccadeye götürecek bir bakma yeri (manzara bu demek) çakın zihninizin duvarına. Sonraki namazlarda lazım oldukça çıkarıp asarsınız gönül gözünüzün önüne.
Beylerbeyi Hamidievvel Camii’nde durgun bir göl suyunun üzerindeymiş gibi kılınan namaz (üstelik güzelim denize sırtınızı verirsiniz orada kıbleye dönmek için. Dünyayı arkaya atmak bundan daha güzel sembolize edilir mi başka yerde?) Diyarbakır Ulu Camii’nde bir ormanın içindeymişsiniz gibi olur. Topka- pı Sarayı’nın içindeki camide boğaz önünüze serilir namazda, altından ırmak akan cennetteymişsiniz gibi kılarsınız bu sefer.
Hele şehirlerin anasında bir yeşil mermer duvarın önünde namaza durmuşluğunuz varsa, sonraki her namaza elinizden tutar kaldırır sizi.
Seccadeler de mühimdir (diye düşünüyorum artık). Özenil- meli, hâlimiz vaktimiz yoksa bile ne edip edip eli yüzü düzgün birkaç seccade edinmeli. Onu serdik mi her ilmeğini atarken, nakışının her iğnesini işlerken salavat getiren ellerin, üzerine diz kırıp yüz süren kalplerin bereketiyle kanatlanır belki şevkimiz.