Mekke toplumunda hâkim bir kesim vardı. Bunlar, refaha dalmış, sahip oldukları imkânlarla iyice şımarmış insanlardı. Ezilen, sömürülen kesimleri kendi hâllerine terk etmişlerdi. Merhamet ve acıma duygularını büsbütün kaybetmişlerdi. Kur'an, bu kesimleri şu ifadelerle uyardı: “Hayır, yetime cömert davranmıyorsunuz. Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz. Mali delicesine seviyorsunuz. "(Fecr 89/ 17-20
Ayetlerden anlaşıldığı gibi Kur'an'ın nazil olduğu toplumda mazlumu koruma, ezileni kayırma ahlakı iyice zayıflamıştı. Bu kesimlerin dini ve ahireti inkâr edenler olduğu bir başka vesile ile ifade edilir. Bunlar; yetimleri horlayan, onları itip kakan, yoksullanı doyurmayan, onlan yedirip içirme diye bir derdi olmayan kimselerdi.
İndirildiği dönemde Kur'an, insanlan bu durumda buldu. Fakat mazlumların yakanşlanını duymazlıktan gelmedi. Başlangıçtan itibaren bu konuda bir duyarlılık oluşturmayı hedefledi. Katılaşan, duyarsızlaşan kalpleri harekete geçirmeye büyük önem verdi. Ínsanın, kendi hemcinsinin çığlıklanı karşısında sağırlaşmasına razı olmadı. Bunun için de infakta bulunmayı, zekât ve sadaka vermeyi israrla dile getirdi. Konu, ilk dönemlerde gönüllü bir yardım olarak teşvik edildi. Sonraki dönemlerde, bilindiği gibi zekât, İslam'ın temel ibadetlerinden biri olarak farz kılındı."s.15
... Hala' ya göre erkeklerin bulaşık yıkadığı bir alem, kadınların kamyon şoförlüğü ettiği bir aleme eşti. Olmaz değildi ama ne lüzumu vardı olmayıversindi. Elleri ekmek tutsun yeterdi.
İşlerle dolan kalp ona cân mektebidir.
Aşk hastasıyım, yanmayı aşk vermededir.
Doktor ne demiş, her şeyi perhiz ederim,
Sanmam, dudağın has balı perhiz edilir?