Altunay

Altunay
@Emnt
Üniversite
İstanbul
13 reader point
Joined on May 2020
Şu anda okuduğu kitap
Hırsızı, düşmüş kadını, aldatılmış bir budalayı anlatın, anlatın ama insanı da unutmayın. Sizin için insan diye bir şey yok mu? Yalnız kafanızla yazmak istiyorsunuz. Düşünmek için kalpsiz olmak gerekir sanıyorsunuz. Hayır ,düşünmeyi besleyen sevgidir. Düşen adama el uzatın, mahvolan bir adamın haline ağlayın, onunla alay etmeyin.Sevin onu! Onda kendinizi görün ve ona kendinizmiş gibi bakın.
Sayfa 32 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bodler,  o piyesi piyesin gerektirdiği şekilde hareket etmek kastıyla değil para kazanmak emeliyle yazmıştı. Onu seyre gelenler de oraya ahlaklarını düzeltmek için değil hoşça bir vakit geçirmeye gelmişlerdi. Ama o kadar kişi ağladı denecek… Ağlasınlar… Tiyatroda ağlamak, gülmenin başka bir türü demektir. Zaten fizyolojiye göre gülmekle ağlamanın bazı hallerde farkı yok gibidir. İkisi de ruhi duyguları kontrol edememekten ileri gelir. Eğer ağlamakla ahlakın düzelmesi mümkün olsaydı dünyada çocuklardan uslu akıllı kimse bulunmazdı.
Sayfa 16 - KapraKitabı okudu
Yalanın sözle olanı ahlaken rezalet sayılırken kalemden çıkanın hüner sayılması, kitap şeklinde parayla satılması medeni ilerlemenin yazarlara bahsettiği garip bir ayrıcalıktır.
Sayfa 14 - KapraKitabı okudu

Reader Follow Recommendations

See All
Günümüzde başka kültürlerin incelenmesini değerli ve önemli kılan birinci neden, onları kendi yaşam koşullarında tanımaksa, ikinci neden de kendi kültürümüzü daha derin ve daha gerçekçi bir biçimde anlamanın yolunun öteki kültürleri incelemekten geçmesidir.
Sayfa 53 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Her ne olursa olsun, Avrupa uygarlığı hiçbir biçimde yalnız Avrupa’ya özgü değildir. Tarihte bilinen bütün öteki kültürler gibi başta Mısır’da ve Bereketli Hilal ülkelerinde ortaya çıkanlar olmak üzere, kendisinden önce gelen kültürlerin katkı ve etkileri ile zenginleşmiştir.
Sayfa 53 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Merak, ilgi ve saygı dolu bir yaklaşımla yabancı kültürleri incelemeye ilk kez yönelen ve uzun yıllar bu tutumu tek başına sürdüren, ayrıca tarihe gömülü uygarlıkları açığa çıkararak unutulmuş metinleri çözerek yabancı kültürlerin tanınmasına ve kendilerini anlamasına büyük bir katkıda bulunan, her şeye rağmen, Batı dünyasıydı.
Sayfa 53 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
İslamiyet kendi rönesansını 10. ve 11. yüzyıllarda, antik çağ biliminin yeniden canlanmasıyla ve yeni bilim anlayışının yaratılıp yayılmasıyla yaşadı. Avrupa’ya özgü Rönesans, İslam topraklarında hemen hiçbir etki yaratmadı ve Türk tarihçi Adnan Adıvar’ın sözleriyle, “bilimsel akıl ilahiyat ve fıkhın setlerine çarpıp dağıldı.” İslam dünyası 15. ve 16. yüzyıllarda Rönesans’ın yüzünü görmediği gibi bir Reform hareketi de yaşamadı.
Sayfa 16 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Anadoluya 1492’de vardıklarında beraberlerinde matbaayı da getiren İspanyol Yahudi sığınmacılara, padişah fermanı uyarınca Arap harfleriyle baskı yapmama koşuluyla, başkentte ve başka kentlerde kitap basma izni verildi. Daha sonra Hıristiyan azınlıklar için de benzer fermanlar çıkarıldı. Osmanlı topraklarında 18. yüzyıla değin İbrani, Yunan, Ermeni, Süryani ve zaman zaman Latin harfleri ile kitaplar basılırken, Türklerin ve bütün Müslüman reayanın kullandığı harflerle hiç kitap basılmadı.
Sayfa 14 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Ortaçağ Hıristiyanlığı ile ortaçağ İslamı arasındaki bir karşılaştırma, İslam dünyasının antik uygarlıktan modern uygarlığa geçmek için yetkin yolu sunduğunu kesinlikle gösterecektir. İslam dünyası varlıklı ve genişti; bir çok değişik halkı ve büyük bir kaynak zenginliğini barındıran uçsuz bucaksız bir alanı kaplıyordu. Batı Hıristiyan alemi gibi o da Helen uygarlığının mirasına sahip çıkıyordu; ama bilim ve felsefesini daha büyük bir maharetle değerlendiriyordu ve öteki uygarlıklarla Bağları ve kendi yaratıcı girişimleri aracılığıyla bu mirası büyük ölçüde zenginleştirmiştir. Yalnızca iki örnek vermek gerekirse, Çin’den kağıdın ve ardından kağıt yapım tekniğinin getirilmesi ile Hindistan’dan basamaklı sayı sisteminin ve sıfırın alınması büyük bir bilimsel ve edebi Rönesansa giden yolu hazırladı; üstelik Rönesans teriminin alışılagelmiş biçimde yakıştırıldığı Avrupa’daki akımdan yüzyıllar önce. Buna karşılık Hıristiyan Avrupa, kaynakları bakımından yoksuldu; bakış açısı sınırlı ve yereldi; her bakımdan olmasa bile çoğu bakımdan İslâmiyetin ulaştığı düzeylerin çok gerisindeydi.
Sayfa 8 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
1918’in mağlup güçlerinden sadece Türkiye kendisine galip müttefikler tarafından empoze edilen barışı reddedip özgür ve eşit şartlarda, temel ulusal amaçlarını temin eden bir barış antlaşmasını müzakere edebildi. Ve İslam dünyasının kalanı yabancı yönetimler altına girerken neredeyse sadece Türkiye, egemen bağımsızlığını korumakla kalmadı, pekiştirmeyi de başardı. Kemal Atatürk’ün ve önderlik ettiği ulusun başarıları arasında -dünyanın bu bölgelerinde nadiren rastlanan- bağımsızlık ile özgürlük arasında ayrım yapma becerisi görmezden gelinebilecek bir başarı değildir. Neredeyse yitirilmiş bağımsızlık, askeri zaferle yeniden elde edildi ve perçinlendi -bu bir ulusal kutlama nedenidir.
Sayfa 48 - Yapı kredi yayınlarıKitabı okudu
Reklam
Türklerin demokrasi deneyimi önemli sorunlar yaşadı, ağır engellerle karşılaştı ancak bütün bunlardan sağ çıkmayı başardı.
Sayfa 31 - Yapı kredi yayınlarıKitabı okudu
Batılı olmayan devletler arasında sadece Türkiye hiçbir zaman sömürgecilik yaşamamıştır ve hiçbir zaman imparatorluk yönetimi altına girmemiştir. Türkler her zaman kendi evlerinin gerçekte de uzun bir süre bir çok evin sahibi olmuştur. İmparatorluklarını kaybettiklerinde ve kendi evlerinde bile direnişle karşılaştıklarında, Kurtuluş Savaşı’nı kazandılar ve böylelikle bir gerçekçilik düzeyine ve bununla, siyasi yaşamda bağımsızlık savaşımının kuşaklar boyunca sürdüğü de “bağımsızlık ve özgürlük” ün genelde özgürlük aleyhine, eş anlamlı sözcükler olarak görüldüğü ülkelerde görülmeyen bir özeleştiri düzeyine ulaştılar.
Sayfa 31 - Yapı kredi yayınlarıKitabı okudu
Sadece birkaç ülkede demokrasi eskidir ve yerlidir, bu da büyük bir evrimin sonucudur. Çoğu ülkede demokrasi yenidir ve ithal edilmiştir. Bazılarında ise demokratik kuruluşlar ülkeyi terk eden emperyalistler tarafından miras bırakılmıştır; bazılarında galip gelen düşmanlar tarafından empoze edilmiştir. Türk demokrasisi ne miras alınmış ne de empoze edilmiştir; Türk demokrasisi Türklerin özgür seçimini temsil etmiştir. Büyük ölçüde yabancı modeller üzerine kurulduğu doğrudur, ancak modellerin seçimi -ya da yanlış seçimi- kendilerine aittir ve demokratik gelişmenin biçimi ve hızı dış güçlerden çok kendileri tarafından belirlenmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, ülke tehlikeli bir şekilde dışlanmıştı. Batı’da Türklere ısrarlı ve zaman zaman şüphe uyandıran tarafsızlıkları nedeniyle, 23 Şubat 1945’te Almanlara, teslim olmalarından birkaç hafta önce savaş açmalarının gidermediği bir hoşnutsuzlukla bakılıyordu. Daha da önemlisi, doğu sınırının değişmesi konusunda olduğu kadar Boğaz’daki üslere yönelik taleplerini de 1945 ve 1946’da ortaya koymakta hiç zaman kaybetmeyen savaş galibi Sovyetler Birliği’nin tehdidi altındaydılar. O zamanki Türk hükümeti Sovyet tehdidine karşı Batı desteğini arkasına almak için bazı demokratikleşme girişimlerinin yardımı olacağını düşünmüş olabilirdi.
Sayfa 10 - Yapı kredi yayınlarıKitabı okudu
1946 genel seçimleri Cumhuriyet tarihinde hükümetin ilk kez organize bir muhalefet ile karşılaştığı seçimlerdi. Dört yıl sonra, 1950’deki genel seçimler muhalefet partisinin zaferi ve iktidarın devredilmesi ile sonuçlandı. Hem yurtiçi hem yurtdışındaki yaygın beklentinin tersine cumhurbaşkanı, hükümet ve idari yapı seçmenin kararını kabul etti ve hükümet koltuğunu zafer sahiplerine bıraktı.
Sayfa 10 - Yapı kredi yayınlarıKitabı okudu
Padişahla Son Görüşme
Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: Paşa paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti), tarihe geçmiştir.” O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sessiz bir şekilde dinliyordum: Bunları unutun!” dedi. “ Asıl Şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin!” Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahidettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahidettin ki yabancı hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı?
Sayfa 128Kitabı okudu
Reklam
Fevzi Paşa’ya dedim ki: “Paşam vaziyeti nasıl değerlendiriyorsunuz?” Gök gürler gibi bağırarak: “Anlamıyorum ki efendim... dedi. (Ve sağ elinin şahadet parmağı ile haritada İstanbul noktasını göstererek) “Buradaki rahatımızı feda etmemek için koskoca memleketi veriyoruz bu ne akıldır? İçinden sevindim ve daha ferahladım.
Sayfa 126Kitabı okudu
İstanbul’un işgal hali
Şişli‘deki evimde yeni durumu düşünüyordum. İstanbul sokakları itilaf devletlerinin süngülü askerleriyle dolmuştu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlılarıyla, lacivert sularını göstermeyecek kadar örtülüydü. Herkes ancak çok zorunlu ihtiyaçları için evlerinden çıkabiliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için Caddelerin duvar diplerinden, üzülerek, eğilerek ve korkarak yürüyebiliyorlardı. Bütün tedbirlere rağmen yine bin türlü feci saldırı sahneleri eksik olmuyordu. Koskoca İstanbul koskoca İstanbul’un yüzbinlerce halkı, sesleri kısılmış bir haldeydi. İstanbul ufuklarında yalnız düşman hakaretleri, düşman bayrak ve Süngüleri yükseliyordu. Şaşılacak şeydir. Artık adi bir mendil gibi ayak altında çiğnenen bu çevrede hala bir saltanat, bir hükümet, bir varlık olduğunu zannedenler vardı.
Veliaht Vahidettin ile ilgili ilk intibalar
Veda ettik ve çıktık. Süslü bir saray arabasına binmiştik. Naci paşa ile aramızda takriben şöyle bir konuşma oldu: - Zavallı, bedbaht, acınacak adam!... Bunlar ne olabilir? - Öyledir. -Bu zavallı yarın padişah olacaktır, kendisinden ne beklenebilir? - Hiç!... - Biz ki aklımız mantığımız vardır, biz ki memleketin mukadderatını, halini ve geleceğini anlamış insanlarız, ne yapabiliriz? Naci Paşa: - Güç!... dedi.
Mustafa Kemal’in Vahidettin ile ilk karşılaşması
Henüz girdiğimiz bu odada ayakta dururken, çok laubali görünen redingotlu adamların içinde başka bir adam belirdi. Bu yeni gelenin kim olduğunu, ne olduğunu ve ne olması gerektiğini ne ben ne de arkadaşım fark etmedik. İçeri girdi, bizim bulunduğumuz tarafa yöneldi. Kanepenin sağ köşesine oturdu. Ben karşısındaki koltuğa oturdum. Benim karşımdaki koltuğu Necip Paşa işgal etti. Bu zaat bir defa gözlerini kapadı, derin bir şekilde daldı, neden sonra tekrar gözlerini açtı, bize lütfen iltifat etti: -Sizinle müşerref oldum, memnunum. Tekrar gözlerini kapadı, bu nazikane sözlere cevap vermeye hazırlanırken, şaşkın bir şahsiyetin huzurunda bulunduğunu fark ettim; Cevap vermek mi yoksa vermemek mi gerektiğinde tereddüt ettim. Naci paşanın yüzüne baktım, oda çok durgundu.Onda bir defa daha konuşma kudreti mevcut olup olmadığını anlamak için beklemeyi tercih ettim. Biraz sonra gözlerini açtı: - Seyahat edeceğiz değil mi? Ben çok sıkıntılı bir halde: - Evet seyahat edeceğiz! dedim. İtiraf edeyim ki bir mecnunla karşı karşıya bulunduğumuzu hemen hissetmiş, fakat mantıki konuşmaya girişmekten kendimi men etmiştim.