Murat Dilek

Murat Dilek
@Granchio
Mottosu: Life is beautiful Uzay mühendisi, teknoloji ve telekom uzmanı, müzisyen, baterist, amatör dinler ve insanlık tarihi araştırmacısı, bisiklet aşığı, bilimsever.
Düşük bütçe ile aşk, masrafsız bir sevgili, tam Arturo'nun kara yüreğine göre, arkasında kurbağaların ve balıkların yüzdüğü bir pencerinin gerisinden hatırlanmak üzere.
Reklam
Kafatası Kültü
Güneybatı Asya' da tarım devrimi sırasında insan kafataslarının yaygın olarak sergilenmesi "kafatası kültü" olarak adlandırılır. Bu kafataslarındaki aşınma desenleri incelendiğinde, bunların sadece sergilenmekle kalmayıp aynı zamanda birçok kişi tarafından elle tutulduğu tahmin edilmektedir. Bazı arkeologlara gõre bu, atalara ibadetin kesin bir kanıtıdır.
10.000 yıl önce
Tarım devriminin başlarında ve ortalarında, ölümden haftalar ya da aylar sonra cesetleri çikarıp kafataslarını almak yaygın bir uygulamaydı. Kafatasları daha sonra ailenin evinde veya köyde ortak bir alanda sergile nirdi. Fransız arkeolog Jacques Cauvin, Kafatasları aslında evin zeminine duvar boyunca dizilirdi. Kırmızı kilden topaklar eve getirilip, kafataslan yuvarlanmasın diye destek olarak kullanılırdı. Böylece kafatasları herkesin görebilecegi șekilde sergilenirdi..Kafataslarının sanat eseri gibi düzenlenmesi yeni bir şeydi," diye belirtir.

Reader Follow Recommendations

See All
Bulmak ya da Bulduğunu sanmak?
Özetle, yaklaşık 40.000 yil önce, homininler bilişsel evrimin beş önemli aşamasını tamamlamıştı: Homo habilis olarak, yaklaşık iki milyon yıl önce, önemli ölçüde daha zeki olmaya başladılar. Homo erectus yaklaşık 1,8 milyon yıl önce özfarkındalık sahibi oldu. Arkaik Homo sapiensin Neandertal türü, yaklaşık 230.000 yıl önce başkalarının düșünceleri konusunda bir farkındalık edinmeyi (zihin kuramı) başardı. Erken dönem Homo sapiens ise, yaklaşık 100.000 yıl önce kendisi hakkında düşündüğünü düşünmesine olanak tanıyan içebakış becerisi kazandı. Son olarak, modern Homo sapiens yaklaşık 40.000 yıl önce, geleceği planlamak için geçmişten gelen deneyimlerini kullanarak kendisini zamanda geriye ve ileriye doğru düşünebilme becerisini, yani otobiyografik bellegi geliştirdi. Bu bilişsel evrimin her aşamasına beyinde oluşan ve günümüzde en azindan kabaca tanımlanabilen anatomik değişiklikler eslik etti. Boylece, bilişsel olarak donanımlı hale gelen modern Homo sapiens bitki ve hayvanlari evcilleştirmeye, devletler kurmaya ve uygarlıklar yaratmaya hazırdı, Bu olağanüstü bir gelişme silsilesi olacaktı, Ancak gelişmelere eşlik eden, gölgede kalmış sorular daima bir yerde bekliyordu. Nereden geldim?""Neden buradayım?" "Ben öldükten sonra bana ne olacak?" Modern Homo sapiens, bu soruların yanıtlarını tanrılarda ve dinlerimizde bulacaktı.
Son söz
Gerçek, söylentilerden veya uydurulmuș gizemlerden veya mucizelerden kelimenin en iyi ve heyecan verici anlamıyla çok daha büyüleyicidir. Bilimin kendi büyüsü vardır ve o gerçeğin büyüsüdür!
Sayfa 263Kitabı okudu
Reklam
Diğer Gezegenlerde gerçekten Hayat Var mı?
Cevabı kimse bilmiyor. Eğer beni o veya bu șekilde bir görüş bildirmeye zorlarsanız, evet derim; muhtemelen milyonlarca gezegende hayat var. Fakat bir görüş kimin umurunda olur ki? Doğrudan bir kanıt mevcut değil. Bilimin en büyük erdemlerinden biri de, bilim insanlarının bir şeyin cevabını bilmedikleri zaman bunun farkında olmalarıdır. Bir șeyi bilmediklerini neşeyle itiraf ederler. Neşeyle, çünkü cevabı bilmemek onu bulmaya çalışmak için heyecan verici bir meydan okumadır!
Sayfa 184Kitabı okudu
Ah şu Tarikatlar
1997'nin Mart ayında Kaliforniya' da Cennetin Kapısı adlı dindar bir tarikat, 39 üyesinin zehir içerek ölmesiyle acı bir son yaşadı. Bu 39 üyenin kendilerini öldürmelerinin arkasındaki neden ise, uzayda uzaklardan bir yerlerden gelecek olan bir UFO'nun onlarn ruhlarını alıp başka bir dünyaya götüreceğine dair inançlarıydı. ... Tarikat lideri Marshall Applewhite isimli adam müritlerinin inandığı șeye kendisi de inanıyor muydu? Büyük olasılıkla inanıyordu çünkü zehri alanlardan biri de kendisiydi. Dolayısıyla hakikaten samimiyetle inanıyor olmalydı! Çoğu tarikat lideri bu iși sadece <kadın müritlere sahip olmak> için yaparlar ancak Marshall Applewhite, tarikatta kendisini hadım etmiş eski üyelerden biriydi, bu yüzden görünen o ki seks onun için çok da öncelikli bir ihtiyaç değildi.
Sayfa 179Kitabı okudu
Gün ışığı
Neden yaşam bir yildıza yakın olmalı? Çünkü tüm yașam biçimlerinin enerjiye ihtiyacı vardir ve "yıldız ışığı" bariz bir enerji kaynağıdır. Dünyada bitkiler gün ışığını toplayarak tüm diğer canlıların kullanabileceği hale getirirler. Bitkiler gün ışığıyla besleniyor denebilir. Havadan aldıkları karbondioksit, topraktan aldıkları su ve mineraller gibi başka seylere de ihtiyacı vardır. Ama enerjiyi sadece gün ışığından alırlar ve bu enerjiyi diğer her șeyi çalıştıran bir çeșit yakıt olan şeker ve nişasta üretmek için kullanırlar.
Sayfa 132Kitabı okudu
Herşeyin kaynağı olan Güneş
Detaylar ne olursa olsun, yaşamın tüm su değirmenleri, çarkları ve aksları nihayetinde güneș tarafindan beslenir. Eski insanlar yaşamın güneșe bu kadar bağlı olduğunu bilselerdi belki de güneşe daha bile fedakarca tapınırlardı. Şimdi merak ediyorum da diğer yıldızların kaçı yörüngelerindeki gezegenlerde yaşamı besliyordur acaba?
Sayfa 135Kitabı okudu
Toz akarları görülmek için fazla küçüktür ama onları oluşturan hücreler daha da küçüktür. Onların ve bizim içimizde yaşayan çok sayıdaki bakteri ise daha da küçüktür. Ve atomlar bakterilerden bile çok çok küçüktür. Tüm dünya son derece küçük, gözle görülemeyecek kadar küçük şeylerden meydana gelmiştir ama buna rağmen hiçbir söylencede, hiçbir mitolojide hatta her şeyi bilen tanrı tarafından gönderildiği düşünülen kutsal kitaplarda bile onların bahsi geçmez! Aslına bakarsanız, tüm bu söylencelere ve hikayelere baktığınızda bilimin sabırla ortaya çıkardığı bilgiyi içermediklerini görürsünüz. Evrenin ne kadar büyük ve kaç yaşında olduğunu söylemezler, kanseri nasıl tedavi edebileceğimizden bahsetmezler, yerçekimini ya da içten yanmalı motoru açıklamazlar, bakterilerden ya da nükleer füzyondan ya da elektrikten ya da anesteziklerden söz etmezler. Aslında, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, kutsal kitaplardaki hikayeler, o hikayeleri ilk olarak anlatmaya başlayan insanların dünya hakkında bildiklerinden fazlasını içermezler! Eğer bu "kutsal kitaplar" gerçekten her şeyi bilen tanrılar tarafından yazılmış, ya da yazdırılmış ya da vahiy edilmişlerse, sizce de bu tanrıların tüm bu yararlı ve önemli bilgiler üzerine bir şeyler söylememiş olmaları garip değil mi?
Reklam
Nedeni gayet açık (1)
Güneşin ya da gökkuşağının ya da depremlerin aksine, çok küçük olguların dünyası ilkel insanların pek dikkatini çekmemiştir. Biraz düşününce bu durum çok da şaşırtıcı değil aslında. O olguların orada olduğunu bilmelerinin bir yolu yoktu, dolayısıyla onları açıklamak için bir söylence icat etmeleri de gerekmedi elbette. Göllerin ve havuzların, toprağın ve tozun, hatta kendi bedenlerimizin bile gözle görülemeyecek kadar küçük ama yine de karmaşık olan kendilerine has güzellikte ya da bakış açınıza göre korkutucu canlılarla kaynadığını, on altıncı yüzyılda mikroskop icat edilene dek kimse bilmiyordu.
DNA ve Kuzenlerimiz
Hiç șüphe götürmeyen gerçek su ki, gezegen üzerindeki her hayvan ve bitki türü ile ortak bir atamız var. Bunu biliyoruz çünkü kimi genler, hayvanlar, bitkiler ve bakteriler dâhil olmak üzere bütün canlılarda kolayca fark edilebilir bicimde ayni. Ve her şeyin ötesinde, genetik kodun kendisi şimdiye kadar incelenmiş bütün canlılarda aynı. Hepimiz kuzeniz.
Alo merkez:)
Böylece bizim için kozmik bir merkezi amaç arayanlar ya da Dünya'mız için arayanlar ya da hiç olmazsa Güneş Sistemi'miz için arayanlar veya hiç olmazsa galaksimiz için arayanlar hayal kırıklığına, sürekli hayal kırıklığına uğradılar. Evren bizlerin ihtiraslı beklentilerimizi karşılamıyor. Bilimadamları evrenin merkezinde bulunduğumuz zannının doğru olmadığını açıkladıkça ve sayısı bilimadamlarından az olmayan sayıda insan, gönülde yatan aslan misali fikirle iyice mücadele ettikten sonra, beş yüz yıl boyunca inanılan görüşler doğru çıkmadı diye epey diş gıcırdatanlar olmuştur. Katolik Kilisesi Galileo'yu işkenceyle tehdit etti. Dönen Güneş değil Yerküre'dir görüşünde ısrar ederek Kilise' ye karşı gelirsen diye. Gerçekten çetin bir sorun yaşanmıştı.
Gözümden düştün Aristo :)
...örneğin Aristo hemen reddedilemeyecek güçlü iddialar saldı ortaya. Yerküremizin değil de gökyüzünün hareket ettiğine dair. Yerküre hareketsizdir ve Güneş, Ay, gezegenler, yıldızlar her gün Yerküre etrafinda bir defa dönerek doğuyor ve batıyorlar dedi. Bu hareket dışında herhangi bir değișikliğe sahne olmadıklarını, buna karşılık hareketsiz Yerküre'nin üreyiş ve bozunma mahalli olarak tüm evrenin çerçöp yeri olduğunu, gökyüzü cisimlerinin hiç bozulmayarak, bozunmayarak aynı kaldığını söyledi. Orada, gökyüzünde mükemmel, değişmez özel bir göksel madde vardı Aristo ya göre; O madde ki yeryüzündeki dört element dşında bir madde olup bizim bugün "beşinci madde" anlamındaki "quintessential" sıfatına yer vermiştir.
Eylemde zorunlu sınır varsa mekan da sınırlı demektir!
Hiçbir maddi cismin daha fazlasını yapamayacağı hız olarak ışık hızı, kozmik hız sınırı olarak kanıtlanmış olmasına rağmen aklımızın kolay alıştığı bir kavram değildir.
59 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.