Üzerinde yaşadığımız topraklar, çatışmanın değil ahengin, bölmenin değil birleştirmenin, nefretin değil sevginin, kibrin değil tevazuun köklü geleneğine sahiptir. Bu topraklarda kendini sevmek; aynı coğrafyayı paylaştığımız farklı din ve kökenlerden insanları da sevmek, ortak hikayelerle ağlayıp gülmek," öteki"yle tamamlanmak demektir.
Şöhret hamuruyla yoğrulmak, politikacıların da tıpkı sahnedeki aktörler gibi ,ancak kendi duygularını ve heveslerini iyi oynadıklarında, bu oyun da karşılarındaki kitleyi ikna edebildiğinde güvenilir bulunmaları demek.
İnsanın sessizce yaşayacağı bir histir keder, içe doğru derinleşme sağlayan, insanı manevî yönden olgunlaştıran, dünyanın kırılganlığını ve geçiciliğini duyuran bir histir
...akıl hastalarının maruz bırakıldığı "büyük kapatma", aslında toplumun sahte standlarına uyum sağlamış "normaller"i korumak amacına matufsa, yaşlıların huzurevlerinde toplanmaları da ölümün her türlü tezahür ve hatırlatıcısını sosyal hayattan tehcir etmek amacını taşıyor.
Modern dünyada dikkate almamız gereken seçenekler artmıştır ve reddettiğimiz seçenekler, tüm albenileriyle bize uzaktan göz kırpmaya devam etmektedir. Aklımız onlarda kaldığı için, seçtiğimiz şeyden sağladığımız doyum azalmaktadır. Seçmediğimiz alternatifleri ve onların muhtemel getirilerini zihnimizden atamadığımız için, seçtiğimiz şeyin bize yaşatacağı doyum yerine, seçmediklerimizin özlemiyle hayal kırıklığı hissederiz.
Kapitalizmin ruhları ifsat eden gözbağcılığı, çalışma ile ihtiyaç arasındaki bağı koparmış olmasıdır." Yeterli olan, iyidir, "düsturu geçmişin küflü sandukalarına kaldırılmıştır artık, verimliliğinin nesnel ölçüsü olarak kazanç artışı belirlenmiştir.
.. insanın yalnız kendine saklayacağı sırları da bulunur. Bunlardan başka, kendi kendimize bile açmaktan çekindiğimiz konular da vardır ki, bunların sayısı şerefli bir insanın dağarcığında bile hayli kabaraktır.
Necip Fazıl Kısakürek; şair, derviş, aksiyoner, mütefekkir, mücahid.Dede ve ninelerimizin evinin tenhasında, kapı çalınır ve beni alır götürürlerse diye endişe içinde tespih çektiği zamanlarda, sütun sütun, sokak sokak bütün bir ülkeye "Allah vardır ve birdir, gittiğiniz yol yol değil"ihtarını yapan, bugün iftihar ettiğimiz işlerin icra makamındaki hemen herkesin ruh ve şahsiyet hamurunda parmak izleri olan merhum Üstad'a; "Ama kumar oynamış" diye yok muamelesi mi yapacağız?
İyi , güzel ve doğru olanı yaşamayıp sadece dile döktüğümüz için mi kötü,yanlış ve çirkin olana bunca müptela olduk yoksa kötü, yanlış ve çirkin olanı bu kadar kolay konuşabildiğimiz için mi iyi, güzel ve doğru olanı yaşamaktan bu kadar uzağız?
Evet bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalalet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünki şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz.
İnsan günah işler çünkü insandır.Melek olmadığı için günah işler insan; tövbe ettiği için hayvan olmaz. Gönülden yapılan bir nasuh tövbeye melekler imrenir; ısrar etmekle sıradan hale getirilen günahtan hayvanlar iğrenir."İnsanız, o halde günah işleyelim" demek değildir bu; bilâkis "tövbe edelim ancak tövbe ile insan kalabiliriz" çağrısıdır.
Gençlik hiç şübhe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata -istikamet dairesinde- sarfetse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde veriyorlar.
"Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum.Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı,kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi.Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey."
Kendilerine ahlâki vecibeler hatırlatıldığı zaman salaklığını kaybetmekten korkanların dilinden sıkça şu sorunun döküldüğü duyulur:
Hangi çağda yaşıyoruz ?!