Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Hayri Zafer

Hayri Zafer
@HayriZafer
İlk romanım: "KAÇARKEN" Tiyatro oyunları: “Nasıl Yapmalı?’ (Nikolay Çernişevski'nin romanından uyarlama); "Altın Vuruş"; "Üç Kadın-Bir Külot", "Atın Ölümü". İngiliz PEN üyesi.
İst.Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Y.Okulu ve London Metropolitan University
London
6 okur puanı
Mart 2019 tarihinde katıldı
Hayri Zafer yorumladı.
Hatırla Şiirinden;)
“Yokluk ve zaman hiçtir insan sevmeyegörsün.” Musset
Hayri Zafer okurunun profil resmi
Gül Mete Yuva'nın “Modern Türk Edebiyatının Fransız Kaynakları” başlıklı incelemesinde yer alan "Hatırla" şiirindeki “Yokluk ve zaman hiçtir insan sevmeye görsün” dizesinin, o dizelerin yer aldığı bölümün, hatta şiirin tamamının ve özellikle de "Hatırla" diyen başlığının yankısı var sanki KAÇARKEN romanının aşağıda aktaracağım satırlarında. O satırlarda gizliden gizliye seslenilenin kadın ile inceleme yazarının adı arasındaki benzerlikler ilginç. Sanki ona yazılmış! Bir göz atın isterseniz: "[2016: “Paris’ten Gelen Mektuba Yılların Kırkı Çıkmadan Verilen Cevap” “Haberini almıştım. Arc de Triomphe de l’Étoile’den aşağıya Champs-Elysées’de yürüyüp, parka geldim. Havuzdaki ördeklere ekmek attım, şarkılar mırıldanarak,” diye yazmıştın mektubunda. Hangi şarkılardı onlar, hiç sormadım. En sevdiğin şarkı “Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter”di. En sevdiğin türkü de, “Zülüf dökülmüş yüze.” Ne zaman dinlesem ben benimleyken, sağdan sola dökülen saçlarının hayalinde kaybolduğum. Bilmem hálâ seviyor musun onları? Bilemediğim bir şey daha var. O şarkı, tamam, olağandı, ama yetiştiğin ortama göre Neşet Ertaş’ın türküsünü sevmen şaşırtıcıydı... Sormadım hiç... Aslında ne kadar çok soru vardı sana dair soracağım. Başka soruların peşinde koşuyordum. Ne sana ulaşabildim, ne de sorulmamış soruların cevabına. Gönderilmediği için, olmayan zarfı açılmamış mektuplar gibi öylesine kalakaldılar. Zarfı açılmış mektubun ise, havalandırmada Mayıs güneşinin sıcaklığında çömelmiş, baharı sigaramın dumanıyla birlikte içime çekerken gelecekti. Yanı başımda Emin (adaşım) oturuyordu. 1 Mayıs’tan 6 Mayıs’a uzanan günler geride kalmıştı. Denizlerin katlini andığımız gece patlayan cezaevi isyanı ve ardından yaşananların getirdikleriyle yorgun ve sessizdik. Benimkinin yerine, senin soyadını ismin, ismini soyadın olarak okuyan gardiyanın hoparlörden yükselen sesiyle şaşalamıştım bir an için. “Mete Nazlıgül, Mete Nazlıgül, Meydan yerine, mektubun var,” diyordu anons. Yıl 1977 idi. Hani, “Elim ayağıma dolanmıştı!” derler ya, öyle... Gittim… Aldım... Uçuk mavi, ince uzun bir zarf. Üzerinde matbaa harfleri ile “international” yazılıydı. Kenarları kırmızı eğik çizgilerle çevrelenmiş zarfın üstünde, gönderen olarak önce soyadın, sonra da ismin vardı. Bir kadından geldiği anlaşılmasın diye mi öyle yazmıştın? Bilmiyordun galiba, gelen mektupların açılıp, okunduktan sonra verileceğini. Mektubunun en uzun bölümü Aragon’un “Mutlu Aşk Yoktur” şiiri idi. İlk kez okuyordum. Sonraları da sormadım hiç, “Sen mi çevirmiştin?” diye. Galiba sen çevirmiştin, hani önceleri şiir sevmeyen sen. Şiir sevmediğini söyleyince Ahmed Arif ’in kitabını hediye etmiştim sana... Birkaç şiirini de okuyarak. Bir dönemki ayrılık günlerinde, “Emin yanımda olsaydı da, okusaydı,” dediğin şiirleri sevmiştin. Hatırlar mısın bilmem, Sinematek’te Ahmed Arif’in şiirlerini kendisinden dinlediğimiz geceyi. Şair “Görüşmecim yeşil soğan göndermiş, Karanfil kokuyor cigaram” mısralarını okurken, kulağına eğilip, “Sen de getirecek misin?” diye sorunca, cevabın, gözlerinden sessizce akan yaşlar olmuştu. Ne kadar farkındaydın bunun yakın ve bir o kadar da gerçek bir tehlike olduğunun? Zaman, o aralar ardı ardına savcılığa çağrıldığım zamanlardı. Hakkında ifade üstüne ifade verdiğim gazetedeki yazılardan değil, ama bir konuşmamdan dolayı volta atmayı öğrenirken sen uzaklardaydın. Ne soğan gelmiş, ne de cigaram karanfil kokuyordu. Sen Paris’teydin, ben de Bursa’da... Ama mektubun gelmişti. Ve ben, dönüp dönüp okuyordum. Baktıkça senin yüzünü gördüğüm, kim bilir hangi kitap arasında kurutulmuş küçük bir dal müge çiçeği çıkmıştı mektubundan. Bilmiyordum o zamanlar, sonradan öğrendim, sokaklarında, yakınlarına mutlaka ve çoğu kez yabancılara da birer dal müge çiçeği armağan edildiğini. Meğerse müge çiçeğiyle 1 Mayıs birlikte anılırlarmış ve dünya yarılsa, Nisan ayının son haftası dışında müge satılmazmış Paris sokaklarında. Belleğime kazınan bir başka cümle vardı mektubunda: “Sen orada, ben de burada hapisteyim. Paris’te bu duyguyu yaşıyorum.” Gece olup da koğuşun kapıları üzerimize kapandıktan sonra, ranzama uzanıp tavanda Paris’i hayal etmeye çalışmıştım, bir daha… bir daha… bir daha mektubunu okuyarak. “Ben de gideceğim o havuzun başına... Ben de ördeklere ekmek atacağım,” diyordum, havuzu hayalimde bir metre yukarıdaki tavana resmederek. Şimdi o havuzun başındayım. Ekmek atamıyorum ördeklere... Havuzun kenarlarına gelmiyorlar ki... Üstelik aynı ördekler de değiller…]" KAÇARKEN, s.223-225, Pırgiç Yayınları.
Reklam
Hayri Zafer yorumladı.
YAHUDI ASILLI ALMAN PROF. NEUMARK TÜRKLER HAKKINDA DİYOR Kİ: “Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalılar Türkleri gerçekten sevmezler ve sevmeleri de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı asırlardır kilisenin ve Hristiyanların en küçük hücrelerine kadar sinmiştir. Sebeplerine gelince, not ediniz: 1- Avrupalılar sizleri Müslüman
Hayri Zafer okurunun profil resmi
Verdiğiniz kaynağa baktım o kaynağın o sözleri nerden alıntıladığını göremedim. Birinin birilerine bir yerde bir söz söylendiğini iddia etmek kaynak olabilir mi?