Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş başladı mı, artık hiç bitmez!...
İşte insanların çoğunluğu için söz konusu olan, günün akışı içinde, kendi seçimlerimizle mi, yoksa başkalarının bizim için yaptığı seçimlerle mi yaşıyoruz? Temel soru bu.
Bir ulusta demokrasi devrimle inşa edilmez. Demokrasi ancak her bir bireyin çabasıyla, gelişimiyle, evrimiyle inşa edilir. Binlerce aydının yıllarca sürecek gayreti ve bilinçli çabasıyla demokrasi gelişir ve kök salar.
İlgi alanımız ile etki alanımız arasındaki farkı bilmezsek, ilgilendiğimiz her şeye emek ve zaman verir ve esas sorunu çözmeye odaklanamayız ve her şeyle ilgilenen ama hayatında anlamlı hiçbir şey üretemeyen, netice alamayan kişilere dönüşürüz.
Aynı anda iki şeyin farkında olmak gerek: Birincisi arkadaş, dost edinmenin önemini bilmek, ikincisi kendi öz değerlerinden ödün vermemeye özen gösterip kendi özünün dostluğundan vazgeçmemek.
Bir yalnızlık türü vardır ki toplumumuzda bundan pek söz edilmez ve çoğu insan bunun üstünde hiç durmaz. Kendi özünden kopukluğun oluşturduğu iç yalnızlık.
Günlük telaşlar içinde insan hep meşgul. Belki de en az tanıdığı kendisi ve en az kendisi için düşünmeye vakit ayırıyor. Oysa hayat yanından koşup gitmek için değildir, bazen de bir durup düşünmek lazım.
Nasıl ki dinin ruhunu, felsefesini kavramış gerçek bir mümin yobaz değilse, bilimin felsefesini anlamış gerçek bir bilim insanı da bağnaz bilimci olamaz.
Kadere inananlar çalışkan, kaderciler tembel olur. Ayrıca, kadere inananlar kendi yaşamlarından sorumluluk alır, kaderciler hiçbir şeyden sorumluluk almaz.