Sorel

Korku veya aşk ya da körlük, ölüme karşı bir ifade duygusunun yanılsamalı halidir. İnsan aşık olurken sonsuzu ister bu yüzden ölümü düşünmek dahi istemez. Gerçek korku, aşkla süregiden bir ölümün unutuş halidir. Unutuşta bize yansıyan, sonsuza dair duyulan isteğin ölümü olumsuzlamasıdır. Uygarlığın hastalığı ölümü insanlara unutturmuştur. Mezarlar şehre yakın yerlere değil, şehrin dışına sürülür. Ölüme karşı duvarlar inşa etmek, Kızıl Ölümün Maskesi adlı öyküdeki Prens Prospero’nun yazgısı gibidir. Ölüm bir şekilde tüm sınırlara aşıp insanın bağrına ulaşır. Platon, Pheidon diyalogunda felsefe için, ölüme bir hazırlık olduğunu ifade etmişti. Ölümü kabullenmek, onunla yüzleşerek yaşamın anlamını da kavramak anlamına gelebilir.
Reklam
Jean Jacques Rousseau’nun Emile adlı eserini okumak, yeniden doğmak gibi… Bir eseri okurken onun bitmemesini isteyip yavaş yavaş okumanın hazzı tastamam böylesi bir eser için uygun sanırım. Tıpkı Cervantes’in Don Quijote metnini okurken:” keşke sonsuz bir metne dönüşse” demek gibi.
Görünüş ve öz değil, görünüşün ardında yatan ilişki, şeyleri ve dünyayı daha iyi algılamamızı sağlar. Böylece kıyas yaparak farklılığı buluruz. Kendimizi tanımamızın yolu, kendimizi değişmeyen bir karakter veya öz olarak görmek değil, kendimizdeki ilişkileri görmektir:” Ben duygusal bir insanım” cümlesi kendisini değişmeyen öz olarak gören kişinin kendisine kader hattı çizmesidir:” Ben neden duygusalım ve yaşam benim için neden hep daha da zorlaşıyor?” Sorusu, kişinin kendisine yönelik bir araştırma merakını güdüler. İnsan alışkanlıklarını bile böyle değiştirir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Reklam
Bütün bir yaşam var oluş çabasına denk gelen bir arzu çabasıdır. Yaşamın bir anlamı veya amacı yoktur; çaba, anlamın kendisine denktir. Doğru ya da yanlış, iyi veya güzel salt bir hale denk düşen durum hal oluştan ibarettir.
İnsan ne istediğini bilmeyen bir var olandır. Hatta ne istediğini “bilme şansı olmayan” bir varlıktır. Buna engel olan ise kendi doğasıdır. Kendi doğası yani var oluşunu mümkün kılan arzusu, var oluşu gibi sürekli bir değişkenlik göstermesinden mütevellit, zorunlu olarak kendisine yabancılaşan bir varlıktır. İnsanın tek mutlak değeri, sürekli sıfır sayısına denk gelir. Artı bir değer olduğunu düşünürken daima sıfıra doğru geriye atar kendisini. Doğa gizlenmeyi sever, demişti Heraklieos; yanlış, doğa ortadadır, insan bunu bilemez halde bulur kendisini. Çünkü doğası gereği sürekli bir var oluşun döngüsünde bulur kendisini. Doğal biçimde kendisini bir noktaya sabitleyip kendisini mutlak anlamda çözemez.
Nesnelerin nasıl ki reklamları ışıltılı ve cıvık oluyorsa, fotoğraf karesine giren kitap satıcıları da aslında o ölçüde kendi yüzlerinin reklamını icra ederler. Farkında olsunlar veya olmasınlar onlar bir pazarlamacı; amaçları bilgi veya yaşama yönelik haz- anlam değil, pazarlamanın görünür nesnesi karşısında kendi yüzlerini pazarlamak. Tabi bunun başarılı olduğunu gördüklerinde de kitap nesnesi üzerinden- kağıt parçaları üzerinden- gerçek amaçlarını o görünür yüzün arkalarına saklarlar. Böylelikle amaç ettikleri paraya kavuşurlar. Bir taşta iki kuş vurmanın post modern hali, bilgiyi bile satılığa çıkarıp yeni bir arayüzle ortaya çıkmaktır.
Uygarlığı övmek istediğimizde koca binalar ya da uygarlığa ilişkin olan zenginliği överiz. Uygarlığın bizi hasta ettiğini unuturuz. Hatta unuttuğumuzu bile unuturuz. Uygarlık kapitalizmle beraber gerçek yüzünü gösterir. Onun gerçek yüzü, savaşlar ve hastalıklardır. Aklın araçsallaştırılıp bir pazar ilişkisine dönüşmesidir. Herkes şikayetçi çünkü herkes hastalanmış. Hastalığının nedenini bile bulmaktan aciz bir uygarlık, tam da kapitalizme yaraşır bir sonucu ortaya koyar. Tüm ilişkiler salt değersiz ilkesizlikler üzerinden şekillenmiştir. Değer yitimi kendisini değer olarak sunar. Birçok insan ilkelerden bahseder,ilkesizliklerine kılıf bulmak için. Tarkovsky’nin Nostalji filminin final sahnesinde delinin Marcus Aurelius’un heykeli üzerine çıkıp aklı uyarması salt bir rastlantı değildi, uygarlığın krizinin sesiydi o ses. Hastalığımızın nedenleri “toksik ilişkiler” gibi basit banal nedenler değil. Başkalarını suçlamak her daim işin kolayına kaçmak olmuştur. Hiçkimse de toksik denilen şeyin hepimizin ortak mirasının sonucu olduğunu bir deli gibi açık yüreklilikle ortaya koymuyor. Herkes şikayet edince ortada şikayet edilecek hiçbir şey kalmıyor. Günah çıkarma seansının ismi de “toksik ilişki” oldu.
Le Feu Follet Filmi/İntihar ve Alkolizm
“İntihar ölümcül bir hastalıktır ve insan hasta olduğundan emin olamaz ki tedavi olabilsin. Mucizevi bir ilacı yoktur. Drieu’ye gelince, psikanaliz onun için romancının araç gereçlerinden biri olagelmiştir.” JACQUES LACAN Le Feu Follet, Pierre Drieu La Rochelle’in intihar eden arkadaşından sonra kaleme aldığı bir eserdir. Türkçe’ ye “Hayalet
Reklam
İstek(will), bir …’den yoksun olma ve ona sahip olamamanın ifadesidir. A, istek duyar B’ye karşı, çünkü B’de olan A’da yoktur. Sizde olan bir şeyi isteyemezsiniz, ancak ve ancak başkasında olan veya başkasında olduğu düşünülen şey istenebilir. Tıpkı aşk gibi.. Aşkın, arzu ve istekle bu derece ilişkili olması tesadüfle açıklanamaz. Aşk,
Bütüne odaklanan felsefi izleklerin yerini post modern veya post yapısalcı söylemsel düşünceler alırken, bütünsel hakikate karşı, tekil deneyimlerin veya tikel öznelliğin alanının geniş alanına alan açılmıştı. Ta Soren Kierkegaard’dan başlayan varoluşçu felsefe, Sartre, Heidderger, Camus vb filozofları derinden etkiledi. Deleuze, Foucault gibi düşünürler de tikelliklere izleklerini dayanak olarak öne sürdüler. Hatta Felix Gauttari- sözce marxist- ve bir anlamda Negri ve marxizm kılığına girmiş olan birçok filozof tikel hakikatleri Nietzschevari etkilenimlerle gelenek haline getirdiler. Bugün tastamam öznelliğin deneyim sahasındayız. Yukarıdaki düşünürler bir şeyi unutmuştu- 1960’larda Guy Debord uyarmasına rağmen- öznelliğin alanı ile tikel hakikat arasındaki fark ve tekrar bir yana, öznelliğin göstergesel bir dil ifadesi olmasının ötesinde bir taklit deneyime saplanmıştır. Öznenin deneyimi, deneyimlerin tekil hakikatini ifade etmek yerine, egemen sınıfın hamiliğini yapmaktadır. Bütünsel felsefe, aksak yönlerine rağmen yine de daha değerli taşları eteğinde taşır. Nihayetinde aptalların öznel deneyimleri gerçeğin hakikatini işaret ettiğini düşünse de şafakta bekleyen duvar engeliyle karşılaşır.
297 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.