Hiçbir şey toplumsal ölçekte yükseklerde yer alan ailelere mensup ve doğanın kendilerine büyük bir güzellik bahşettiği genç insanların kalbinde doğan bu gizli kibir kadar sıradan değildir.
Yirmi yaşının tecrübesiyle, talihini suçluyordu çünkü mutluluğun ilk koşulunun içimizde olduğunu bilmeyerek, hayattan tüm bu mutlulukları kendisine susmasını istiyordu.
"Doğru yanlıştan ayıran kimse var mı?" "Var ama cennette değil." "Bu bilgiyi kazandıran nedir?" "Ahlak Duygusu." "O da ne?" "Boş ver gitsin. Sende yaşadığın şükret." "Neden?" "Çünkü bu duygu bir tür alçalmadır, yıkımdır. Onun yokluğunda insan yanlış yapamaz, yapar. Dolayısıyla bu duygu sadece ve sadece tek bir amaca hizmet eder, o da nasıl yanlış öğretilir öğretilir. Başka da bir şey öğretilemez. Yanlışın yaratıcısıdır o. Ahlak Duygusu ona hayat verene kadar yanlış diye bir şey yoktu.
Ölüm dünyaya ayak bastı. Yaratıklar artık ölümlü. Aileden biri gitti bile ahlak Duygusu'nun mahsulleri tamamlandı. Aile ölümü fena bir şey sanıyor, ama bir gün fikirleri değişecek.
Bir keresinde güneşin altında parlayan bembeyaz, çıplak vücuduyla kayanın birinin üzerinde dikilmiş, zarif başı geriye sarkık, elini gözlerine siper etmiş bir kuşun uçuşunu seyrediyordu. İşte o zaman ne kadar güzel olduğunu anladım.
Genel olarak dürüstlüğüme toz kondurmam ama daha iyi kişiler olan ki yaradılışımın özünde güzele duyulan aşk ve tutku yattığı için başkasının ayı elime geçerse, hele bir de o başkasının bundan haberi yoksa, bana asla güven olmaz.
"Böylesine asil, böylesine hoş sanat eserleri aceleye getirilmemeli.Bu görkemli yeni dünya güzelliğiyle ve asaletiyle göz kamaştırıyor.Öyle bir çırpıda yaratılmasına rağmen neredeyse kusursuz. ‘’
Başlarda çok konuştuğunu düşünüyordum , şimdiyse sessizliğe bürünür, hayatımdan çeker gider diye ödüm kopuyor. Bizi yaklaştıran, bana yüreğindeki iyiliği, ruhundaki sıcaklığı keşfetmeyi öğreten o kestane bin yaşasın!