Bir gece yarısı, evinin soluğu olan balkonda ayaza kesen havayı bir kere dolu dolu içine çekerken ciğerlerine yayıldıkça yabancılaştığını hissediyorsun havanın. İnsan yabancılaştıkça yoksullaşıyormuş da. Çektiğin her nefeste yoksullaşan garip bir insana dönüşüyorsun. Her nefesin hayata bağlarken eksiltiyor seni. Her soluklandığında ölümüne çeyrek kaldığını bilerek ama görmezden gelerek yaşamaya devam ediyorsun. Göğsündeki ağırlık gitgide büyüyor. Büyüdükçe gerginleşen bir acıya dönüşüyor. Acımaya başlıyorsun. Acıdıkça yok olmak isteyip, yok olmanın yokluğu ile sınanıyorsun. Her şeye yabancısın, yalnız kendine aşina atıyor kalbin. Baktığın sokak, gördüğün yüzler, aldığın nefes yabancı. Caddeler, telaşlar, heyecanlar yabancı. Ait olmadığın bir yerde, ruhunun ait olmak istemediği bir bedene hapsedilmişçesine içsel hesaplaşmalarının arasında boğulup gidiyorsun. Belki de yabancı gördüğün her şey birbirinin yareni iken yalnız sen iğreti ve yabancısın ve şimdi bunca bilincin seni öldürüşüne hizmet eden biçareden başkası olmadığını bilerek devam edeceksin hayatına. Bu hayat, sana hiçbir zaman istediğini vermeyecek ve azalarak çekip gideceksin.