“İki insanın birbirini ele geçirmek için mücadele etmesinden daha fazlası olan bir aşk arıyorum. Bir zamanlar, çok zaman önce değil, bulduğumu sanmıştım. Ama yanılmışım.”
Sinemada bazı filmler vardır. Az diyalog, çok gerçeklik, iç hesaplaşmalar, minimum aksiyon, hayatın tam kalbinden gelmiş durum filmleri... (Kalandar Soğuğu, Nuh Tepesi, Kız Kardeşler.. gibi) Bu kitabı okurken aldığım haz bu yöndeydi. Kitapta yer alan bazı hikayelerden çok iyi durum/sanat/dram filmleri çıkar, festivallerde gösterime girer diye düşünmeden edemedim.
Kitap kısa hikayelerden oluşuyor. Merkez konu ölüm. Yazar kısa ama vurucu hikayeler yazmış. Dilini sanatsal kullanmış. Sanki şiirin düzyazıya dökülmüş hali gibi. Bol bol benzetme, kinaye… gibi söz sanatları mevcut. Doğa ve insan ruhu betimlemeleri ise oldukça fazla…
Kısa hikayeler, az sayfalı bir öykü kitabına dönüşmüş. Uzun ve dikkat isteyen kitaplar okuyan arkadaşlarım araya bu kitabı ekleyebilir. Onlar için de kısa bir mola ve nefes alanı açılmış olur…
“Ben bir ölüyüm.
Hisli bir ölü. Vücudum soğumadı henüz… Çok olmadı öleli. Çok mu oldu yoksa? Babaannem dediydi bir keresinde, ölüm karanlık değildir, diye. Odam karanlık..”
Peri masalı gibi! Kitapta anlatılanlar büyüleyici. Okudukça; bunlar gerçek değil, böyle toplumlar gerçekten var mı?.. diye düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Medeniyetin gözünü seveyim…
Kitap, yazarın çocukluk yıllarından başlayıp şu an Türkiye’de bir ekol olma yolunda ilerleyen “doğada eğitim” anlayışını anlatıyor. Eğitimde öncü olan
“Sokaklar trafiğe ait, avlular garajlara; apartman daireleri ise çok küçük. Ve zaman?.. çocukluk, oyun oynama dönemi, çocuklara erken okumayı öğreterek kısaltılmakta.”