Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Çiğdem şenocak

Çiğdem şenocak
@Naturalistbaykus
Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.
Bağımsızlık pahalı bir şeydir. İnsan ona talip olurken, gerekirse hayatını dahi vermeyi göze almalı.
Reklam
Benim üç senedir harp ettiğim yerlerde ne taze kızım, ne taze gelinim, ne de dikli fidanım var. Fakat bütün vatan benim toprağım ve bütün Türkler benim kızım, kardeşim, babam değil mi? Ah şu vatan uğruna gaza etmenin tadı yok mu... Onu bir defa tatmak için bin kere feda olmaya razı olmak mümkündür! Düşünün, şu memleket üç sene evvel ne haldeydi, bugün ne haldedir? Eğer bu şereften bir parça da bana nasip olursa ne mutlu bana!
Kendisi otuzlu yaşlarında dul kalırken, Süleyman on beş yaşında yetim kalmıştı. Fatma'nın hüzünlü gözleri gitti yerine gözlerinden ateş saçan bir bakış geldi; çünkü Fatma şehidi kabul ederdi ama vatan toprağının işgalini kabul edemezdi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
67 yıllık ömründen:savaş meydanlarında, cephelerde, karargahlarda, yoksul evlerde, yollarda, sokaklarda, bakım evlerinde, hastanelerde geçen bu kahırlı ömründen geriye kalan 4 İstiklal Madalyası, ceketi ve mermi çekirdekleriydi.
Nato güçleri, "Odisseya, şafak" adı verilen operasyonla Libya şehirlerine saldırırken Kopenhag ziyaretinde Danimarkalı meslektaşı ile düzenlediği basın toplantısında Putin "ne zaman ki uygar dünya adı verilen yapı tüm gücüyle, büyük olmayan bir ülkeye saldırdığında ve nesiller tarafından yaratılan alt yapıyı yok ettiğinde... Yani bu iyi mi kötü mü bilmiyorum ancak bu benim hoşuma gitmiyor." Okuyucu notu: Putin o gün hoşuna gitmediğini söylediği şeyi bugün Ukrayna'ya yapıyor. Tüm gücüyle saldırıyor ve nesiller tarafından yaratılan alt yapıyı yok ediyor. Bu durum da bize dünya siyasetinin ne kadar kaygan bir zeminde olduğunu net bir şekilde gösteriyor.
Reklam
22 bin kişinin yaşadığı Pikalevo'daki üç fabrikayı özelleştirme yoluyla satın alan işadamları, zarar ettiklerini ileri sürerek 2009 yılının Mayıs ayında fabrikaları kapattılar. Putin, önce kapanan fabrikaların sahiplerini kameralar önünde bir güzel haşladı,bağırdı çağırdı.Elindeki kağıt tomarlarını işadamlarına sallayarak "imzalamayan kaldı mı?" diye sordu. Yeni dönemin gözde zenginlerinden Deripaska başını olumsuz anlamda salladı. Putin kameraların kaydettiği olumsuz yanıtı görünce, ona "gel buraya" anlamında bir el hareketi yaptı. Kıpkırmızı kesiken Deripaska, idam mangası önüne çıkan mahkumun teslim olmuşluğu içinde Putin'in oturduğu masaya doğru yöneldi. Bu herhalde, o zaman 41 yaşında olan işadamının hayatındaki en dayanılmaz saniyelerdi. Deripaska yine de onurunun tamamen ayaklar altına alınmasını engellemek istercesine önüne fırlatılan kalemi alarak masanın üzerinde duran kağıdı bir süre okur gibi yaptı ve sonra imzaladı. Kabusun son bulduğunu düşünüyor olmalıydı, ağzından tek bir kelime çıkmadan oturduğu yere dönmeye yeltenmişti ki, Putin onu bir kez daha yerin dibine soktu: "kalemimi ver." Putin, dosta düşmana patronun kim olduğumu bir kez daha göstermişti. Evet, Medvedev o sırada devlet başkanıydı, üstelik entelektüeldi, derinlikliydi, kibardı ama Rus halkının görmek istediği lider Putin'di.
Putin, Çeçenlerin Aslan Mashadov ve Şamil Basayev gibi siyasi-askeri önderleriyle asla ateşkes ve barış müzakerelerine oturmayacağını sürekli ve ısrarla vurguladı. Çeçenya içinden işbirliği yapacak, aynı zamanda otorite ve meşruluğa en az onlar kadar sahip olan doğal önderleri aramaya koyuldu. Çeçenistan'ın eski müftüsü Hacı Ahmet Kadirov Putin'in aradığı isimdi ve çok geçmeden onunla anlaşacaktı. 11 Haziran'da Rusya Federasyonu bünyesindeki yeni Çeçenistan'ın ilk devlet başkanı olan Ahmet Kadirov'un 2000'in yaz aylarından itibaren yaptığı ilk iş binlerce Çeçen'i silah bırakması için ikna etmek oldu. Ne var ki Basayev ve Mashadov başta olmak üzere siyasi-askeri rakipleri onun için ölüm fetvasını çoktan vermişlerdi. Saf değiştirmesinin ve Ruslarla işbirliği yapmasının bedelini 2004'ün 9 Mayıs Zafer Günü geçit törenlerinin düzenlendiği Grozni'deki stadyumda, gösterileri izlediği tribünde bir bombanın patlaması sonucu hayatını kaybederek ödedi.
Çeçenlerin Batı cephesinin efsanevi komutanı Hamzat (Ruslan) Gelayev'le röportaj yaptık. Köyün tepesinde Rus savaş uçakları gezerken "Kara Melek" lakaplı, 1.90 boylarında, kırmızı sakallı, karizmatik Gelayev'e Grozni'yi alıp alamayacaklarını sorduk. "İstesek iki günde alırız" demesi biraz da Graçov'un "iki saatte alırız" sözünü hatırlattığı için hepimizi bıyık altından güldürdü,çünkü bir kaç saat önce gördüğümüz Grozni'yi Ruslar tamamen kaleye çevirip binlerce asker yığmıştı ve bize göre Grozni'nin alınabilmesi olanaksızdı. Biz inanmadık ama o röportajdan sadece bir kaç hafta sonra Gelayev'in komutasındaki - ordu demek abartı olur- silahlı gruplar Grozni'yi sokak sokak savaşarak gerçekten de ele geçirdi.
Rusya Savunma Bakanı Pavel Graçov "Çeçen başkenti Grozni'yi almak çocuk oyuncağı. İki saatte işi bitiririz" dedi. Savaş iki saat değil iki yıl sürdü... 1994 sonlarında Rus ordusu Çeçen sınırını geçerek savaşı başlattı ve iki taraf için ama özellikle siviller açısından bedeli korkunç olacak bir süreç başladı. Silaha alışkın Çeçenler, dağlık coğrafyadan da yararlanarak gerilla savaşı yürütürken, hiçbir şekilde bu kadar kapsamlı bir operasyona hazır olmayan ve gencecik askerleri cepheye süren Rus ordusu çok ağır kayıplar verdi. Ruslar "Antiterör Operasyonu" adını verdiği savaşa aslında bağımsızlık isteyen tüm Çeçenleri "ibreti alem olsun diye" cezalandırma fırsatı olarak bakıyor, bu nedenle şehirleri acımasızca bombalıyordu, aslında Grozni'de çok sayıda Rus da yaşıyordu. İnsan hakları örgütlerine göre, savaş süresince hayatını kaybeden yaklaşık 120 bin kişinin 80 bini Çeçen sivildi. Sonuçta ezici silah ve asker üstünlüğüne rağmen savaşı Rusya kaybetti, bunun nedeni Çeçenlerin bir ideal için (bağımsızlık) mücadele etmesi, Rus askerlerinin ise inanmadıkları bir savaşa itilmesiydi.
6 Haziran 1967'de yani İsrail-Arap savaşından bir gün sonra İstanbul'da toplanan devrimci gençlik örgütleri "Arap ülkelerini desteklediklerini" açıklayarak "Türkiye'deki Amerikan ve Nato üslerinin Arap ülkelerine karşı kullanılmasına izin verilmemesi gerektiğini" vurguladılar. Türkiye İşçi Partisi üyesi 18 yaşındaki Abdülkadir Yaşargün ve 19 yaşındaki Mustafa Çelik kaçak yollardan gittikleri Filistin'de çatışmalara katıldılar. Çelik, Türk devrimcilerinin Filistin'de verdikleri ilk şehit olmuştu.
Reklam
Tarih 2 Aralık 1922... 3 milketvekili, Milletvekili Seçim Yasası'nda değişikliği öngören bir yasa tasarısı verirler. Bu yasa tasarısınde hedef Mustafa Kemal' in Meclis dışına çıkarılmasıdır. Her şeylerini Atatürk'e borçlu olan zihniyetin, Atatürk'e karşı nankörlüklerini şaşırarak okuyacaksınız. Mustafa Kemal, Nutuk'ta bu olayı şöyle anlatır: "Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne seçilebilmek için, Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler. " Malesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor. İkincisi, herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Eğer düşmanlar amaçlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan Efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalacaktı. Beş yıl sürekli bir seçim bölgesinde oturmamışsam, o da vatana yaptığım hizmetlerdendir.
UNESCO, "Atatürk Yılı" kararında, Atatürk tanımlamasını şöyle yapar: "Atatürk kimdir? Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi; olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci; sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder; insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü; bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz bir devlet adamı; Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu. " Ve, tarih nankör değildir, bir hizmeti asla unutmaz... İnsanlar nankör olsa da... Atatürk akıl, bilim, tam bağımsızlık, antiemperyalis ve umut demektir. VE ATATÜRK, BU MİLLETİN EBEDİ LİDERİDİR.
Yıl 1978...Paris'te UNESCO'nun genel kurul toplantısı. Başkanlık divanına bir önerge verilir: "3 yıl sonra 1981 geliyor. Atatürk'ün doğumunun 100. yıl dönümüdür. Bellidir ki Türkler o özel gün için özel olarak hazırlanıyorlardır, ama Atatürk'ü anmak bir tek Türklere bırakılmamalıdır. Çünkü Atatürk tüm insanlığın ortak paydasıdır. 1981 yılı bütün dünyada "Atatürk Yılı" olarak anılmalıdır. Önergede başı çeken ülkeler, Yunanistan, İspanya, Sovyetler Birliği'dir. İsveçli delege itiraz eder. Sonra bir başka delege daha, karar için acele edilmemesi gerektiğini ve üzerine düşünülmesini söylerler. Sovyet delege söz alır. İtiraz edeceği ve Lenin'den söz edeceği beklenirken, yumruğunu masaya vurur ve yüksek sesle: "Beyler, kendinize gelin. 20.yy.'da hiç bir ülke bir Atatürk çıkarmadı ki, böyle bir kaygı söz konusu olsun. Bu mümkün değildir. Tarih şimdiye kadar Atatürk gibi bir lider yetiştirmemiştir. Atatürk' ün olağanüstü niteliklerine baktığımız zaman ileride böylesine bir lider gelmeyecektir. Rahatlıkla 1981 yılını Atatürk yılı ilan edebilirsiniz. Dolayısıyla bu karar bugün alınmalıdır. Aleyhte görüş bildiren İsveç delegeside dahil, 152 ülkenin oybirliğiyle, 1981 yılının "ATATÜRK YILI" olarak tüm dünyada anılmasına karar verilir. Bu karar, dünyada ilktir ve tektir.
Anıtkabir bir mezar değil, Türk Ulusu'nun Milli Mücadelede Ruhu; özgürlük ve bağımsızlık sembolü; toprağı vatan yapan şehitlerin kanı, kutsalıdır. Anıtkabir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hafızasıdır.
183 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.