Koyu menekşe rengi karanlık
tüm yeryü züne çökmüştü.
Bir ağacın altına oturdum
yaprakları solmaya başlamış sararmış.
Oda yanımda oturuyordu
başını başıma yaslamış
kan kırmızı saçları bana dolanmış
kan kırmızı yılanlar misali
bedenimi sarmış.
En narin telleri kalbime uzanmış.
Sonra ayağa kalktı
bilmiyorum neden.
Yavaş adımlarla yürüdü denize doğru
uzaklaştı uzaklaştı
derken garip bir şey oldu,
bizi birbirimize bağlayan
görünmez ipler olduğunu hissettim.
Sanki saçının telleri hâlâ sarıyordu beni
ve orada denizde tamamen gözden kaybolduğunda bile
kalbimin kanayan yerindeki acıyı hissettim
çünkü oteller bir türlü kopamıyordu.
Ufukta alçakta
asılı kalan kış güneşi
pencereden içeri girdiğinde
oda kırmızı ve sarı renge boyanır.
Sarı ahşap duvarlar ateşe döner
koyu kahverengi masa örtüsü kana.
Işık ve renkler hançer misali keser
ok gibi deler ruhumu ve bedenimi
kanım akar marazi.
Melankoli.
Marazi kanda hız eksikliği.
Odamı işgal etmiş
korkunç yaratıktan kaçmak için
dışarı fırladım
-temiz havaya.
İnsanların kaderi gezegenlere benzer.
Karanlıktan doğan bir yıldız misali
bir başka yıldızla karşılaşır-
bir an parlar ve
yeniden karanlığa karışır.
Aynı bunun gibi aynı böyle
bir adamla bir kadın karşılaşır
birbirlerine doğru süzülürler-
aşkın ateşiyle yanıp kavrulurlar-
sonra da kaybolup giderler
farklı yönlere.
Sadece bir avuç çift
tek bir büyük alevde buluşur
ve orada büsbütün birleşir.
Aşk filizlendiğinde!
Doğa güzelliğini bahşetmişti sana
ve sen her zamankinden daha güzeldin.
Yaz gecesi çehreni ve saçlarını
altın rengine boyamıştı.
Yalnız gözlerin
-karanlıktı- ve parıldıyordu mistik bir parıltıyla,
Ve doğa daha da güzelleşti sayende
güzelliğinle gözümün feri geldi.
Denizin büyüdüğünü gördüm-
dalgaların yumuşadığını-
ve ormanın koyu yeşile büründüğünü.
İri kayalar can buldu ve kımıldadı-
ve denizkızları ve trollere dönüştü-
ormanın karanlığı.
Zaman nasıl da akıp gidiyor dünyada
nesiller gelip geçiyor
kısacık bir an için de olsa-
bir özlem
biraz umut biraz sevinç
doğduğunda
sevinç yok oluyor
iç çekişler kesiliyor
ve tekrar nesiller nesilleri kovalıyor.
Maskelerinin ardında
insanları gördüm
gülen duygusuz
durgun yüzleri
oldukları gibi gördüm onları
ve acı çekiyordu hepsi
solgun cesetler
-huzursuz endişeli-
telaşla koşturuyorlar-
dolambaçlı bir yol boyunca
-mezarda son bulan-
Küçük diye bir şey yok
büyük diye bir şey de.
İçimizde Dünyalar var - küçük şeyler
büyük şeyin parçası olduğu gibi
büyük şeyler de küçük şeyin parçasıdır.
Bir damla kan bir Evrendir
merkezinde Güneşi ve Gezegenleri- ve Yıldızlarıyla
okyanus bir damla kandır.
vücudun küçük bir parçası.
Tanrı içimizdedir ve biz Tanrı'dayız
o ilk ışık her yerdedir ve nerede hayat varsa
orada ışıldar ve her şey.
Hareket ve Işıktır.
Kristaller doğar ve şekil alır
tıpkı anne rahmindeki bebek gibi
ve en sert taşta bile yaşamın ateşi yanar.
Ölüm yeni bir hayatın başlangıcıdır.
Kristalleşme.
Ölüm hayatın başlangıcı.
Aşkın nefrete yakın olması gibi
acıma da
zulme dönüşür.
Eski yerleri
ve anıları aramak
karda kendi izlerini
sürmek gibidir,
insan onları bozar
ve yok eder.
İnsan anıların başında da
nöbet tutar.
Tanrı suretinde doğdu insan
kristalleşme.
İnsanlar birer alevdir
birbirlerinin sıcaklığını çalmaya
ve onu söndürmeye çalışırlar.
Eğer insan şefkatin yolundan giderse
İsa gibi kendini feda etmek ister.
Yaşamak ve alevini söndürmemek
bir hayli zordur.