“...Akıl yürütme, diyor Schopenhauer, dişil bir doğaya sahiptir:
Ancak, aldıktan sonra verebilir. Beyin, zaman ve uzam içinde sürüp
giden şeyler hakkında enformasyon olmadan çalışamaz. Ne var ki,
dış dünyanın şeyleri ve olaylarına dair saf duyusal düşünceler, zihni
ham, işlenmemiş halleriyle işgal etmiş olsalardı, enformasyonun
pek de yardımı dokunmazdı. Sürekli yinelenen tikellerin bitimsiz
gösterisi bizi uyarabilirdi uyarmasına, fakat bize yol gösteremezdi.
Biz tikel içinde genelliği bulmadıkça tek bir şey hakkında, bireysel
bir şey hakkında öğrenebildiğimiz hiçbir şeyin yararı olmaz.
Demek ki zihnin, dünya ile başedebilmek için iki işlevi yerine
getirmesi gerektiği açık. Enformasyon toplamalı ve bu
enformasyonu işlemelidir. Bu iki işlev teoride düzgün şekilde
birbirinden ayrılmıştır. Fakat pratikte de ayrılar mı? acaba. Tıpkı,
ağacı kesen kişiye, kereste deposuna ve marangoza, ya da ipek
böceğine, dokumacıya ve terziye ayrı ayrı işler düşmesinde olduğu
gibi, bu işlevler de işlem dizilerini, birbirini dışlayan alanlara mı
ayırıyorlar? Bu tür makul bir iş bölümü, zihnin işleyişinin kolayca
anlaşılmasını sağlardı. En azından öyle görünüyor.
Benim iddiam şu: Tam da algılama, şey tiplerini, yani kavramları
topladığı içindir ki, algı malzemesi düşünce açısından kullanılabilir
hale gelir; Tersinden söylersek, duyu malzemesi olmasaydı zihnin
düşüncesini sağlayacak bir şey olmazdı....”
–Ruldolf Arnheim