Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.27
Serdar
Serdar
@Serdar_
Kuşadası
Kuşadası
346 okur puanı
Nisan 2017 tarihinde katıldı
Okuma Hedefleri
Ben Mahir Ünsal Eriş’in öylücülüğünü çok severim. Yeni kitap yazsa da okusam diye beklediğim nadir yazarlardandır. Bunun yanında ilk roman denemesi Dünya Bu Kadar ile sadece iyi bir öykücü değil iyi bir roman yazarı olduğunu da kanıtlamış, üstelik çok karakterli, çok hikayeli bir roman yazarak risk almış ve bu riskin altından ustalıkla kalkmıştı. Gaip diğerlerinden çok farklı bir kitap. Dünya Bu Kadar’da bir sürü öykünün birbirine bağlanmasıyla oluşan bir roman okumuştum ama bu kitapta tek bir hikayede kurgulamış romanı. Az karakter, az mekan ve tek konu. Bunun da üstesinden başarıyla gelmiş. Polisiye türünde bir kitap olmuş. Ben pek polisiye sevmesem de Eriş’in dil kullanmadaki yeteneği kitabı bana sevdirdi. Kesinlikle kötü bir kitap diyemem ama en iyisi de değil Gaip. Okudum sevdim.
Serinin ikinci kitabı bugün bitti. Yarın son kitaba başlarım. İlk kitapta mahremiyetin doğuşu, din ve beden ilişkisi gibi daha genel konular varken ikinci kitap görece daha spesifik konulara değinmiş. Modern tıbbın doğuşu ile başlıyor ikinci kitap, sonra sanat ve beden ilişkisini ele alıyor. Burada resim, heykel ve bizim gibi kitap severleri ilgilendiren edebiyat ve beden ilişkisini anlatıyor. Bu bölüm benim en çok ilgimi çeken bölüm oldu. Cervantes’ten Flabert’e kadar, Quasimodo’dan Jan Valjan’e kadar edebiyattaki karakterler üzerinden beden imgeleri ilgi çekiciydi. parçalanmış beden başlığı ile idam,giyotin ve savaş konuları ile devam ediyor. Hijyen ve temizlik konusu ile bitiyor kitap. Üçüncü cildi okumak için heyecanlanıyorum
Osmanlı'nın son zamanlarından Cumhuriyetin ilk yıllarının kültür sanat dünyasına damgasını vurmuş bir bohem Sakallı Celal. Tevfik Fikret'ten Nazım Hikmet'e, Orhan Veli'den Kazım Taşkent'e, Haldun Taner'den Melih Cevdet Anday'a kadar onlarca fikir adamının saygıda, sevgide kusur etmediği bir adam Sakallı Celal. Hem bu modern zaman filozofunu tanımak, hem dönemin kültür sanat dünyasını anlamak, hem de yakın tarihe dair bir şeyler öğrenmek isteyen herkese şiddetle öneririm.
Okur Takip Önerileri
Bütün bir Dostoyevski külliyatının bitmesine bir kitap kaldı. Ezilenleri de az önce okudum, bitirdim. Yine beni sağlı sollu tokat manyağı yapan bir Dostoyevski kitabı oldu. Okuduğum tüm Dostoyevski kitapları arasında rahatlıkla en iyilerin arasına koyabileceğim bir kitaptı Ezilenler benim için. Asıl adı tam olarak Hor Görülenler gibi bir şeymiş sanırım ki o isim daha çok yakışır bu kitaba. Okuyacaklar için spoiler vermemek için konudan bahsetmeyeceğim. Çok başarılı bir olay örgüsü kurulmuş. Dostoyevski'nin düşünce dünyasını şekillendiren Marquis De Sade, Schopenhauer, gibi düşünürlerin izlerini metinler arası diyaloglarda bulmak fazlasıyla mümkün. Başlarda Rus edebiyatının bazı yazarlarına ve kitaplarına bir selam çakma gibi algıladığım bölümlerin bir süre sonra aslında o yazarlara ve kitaplara yönelik eleştiri olduğunu farkettim. Kurgu içine hem düşünce dünyasını dahil edip hem de Rus edebiyatına yönelik oldukça sert eleştirileri ustaca ekleyebilmek de ancak Dosto babanın harcıdır. Okuyunuz okutunuz
Kazancakis'in din ile ilişkisini bilen bilir. Kiliseye mesafelidir yunan filozof. Gerçi kilise de ona mesafeli ki Günaha son çağrı kitabından sonra kilise tarafından afaroz edilmiş. Tarih boyunca hakkında en çok konuşulan, yazılan, sözler söylenen, hikayeler anlatılan karakter şüphesiz İsa'dır. Bu kitapta da bir tür İsa biyografisi var. Toplam 600 sayfalık bir kitap. Bildiğimiz, bu güne kadar anlatılan İsa figürlerini bir kenara bırakıp okumak gerek zira ilk 500 sayfası bildiğimiz hikayeyi anlatıyor. Burada ben kendi kendime Kazancakis gibi kiliseye uzak bir düşünürün neden kutsal kitaptan sözler eşliğinde İsa'nın hayatını anlattığını düşündüm durdum ama son yüz sayfada bütün bildiklerimi ve kitap boyunca anlattıklarını ters yüz etti. İyi ki böyle güzel kitaplar var
Siz hiç tarihi distopya okudunuz mu? Ben okudum. Bu türün belki de tek örneği denilebilecek bir kitap. Hakan Erdem'in Tarih-Lenk kitabından sonra okuduğum ikinci kitabı bu oldu. Kendisi halen Sabancı üniversitesinde tarih hocalığı yapıyor yazar.
Gelecekte 41.yüzyıl Türkiyesinde geçen kitapta koyunlaşan insanlar, insanlaşmaya çalışan koyunlar, etrafta yüzlerce Fatih Sultan Mehmed klonu, Napolyon, Büyük İskender, Aristoteles gibi tarihi karakterlerle Batılılaşma serüvenindeki Türkiye'yi anlatıyor.
Bir Orhan Pamuk hayranı bir çok okurun Kara Kitap hayranlığının tersine en başarılı bulduğum kitabı bu kitap oldu. Cevdet Bey Ve Oğulları dışındaki tüm kitaplarını okumuş biri olarak bu kıyaslamayı yapıyorum.
1509 kışında karlı dört İstanbul gününde geçiyor hikaye. Bugünlerde unutulmuş olan miyatür, nakış, hat gibi geleneksel Osmanlı sanatı hakkında çok detaylı bilgiler var kitapta. Nakkaşlar arasında işlenen bir cinayetin izinin sürülmesi açısından polisiye bir yönü de var. İslam minyatür sanatı ile Avrupa resim sanatı arasında kıyaslamaların yapıldığı kitabın bu kadar önemli olmasının nedeni her bölümün farklı anlatıcılar ağzından anlatılması. Edebiyat tarihinde çığır açan bu tekniğin patenti de Pamuk'a ait. Umberto Eco'nun Gülün Adı romanıyla benzerlikleri Pamuk'un Eco'dan etkilendiğini gösteriyor. Orhan Pamuk'un en iyimser romanım dediği Benim Adım Kırmızı'nın yazımı dört yıl sürmüş. Bunun iki yıldan fazlası tek satır yazmadan sadece araştırma ile geçmiş. Şahname, Surname gibi islam sanatının en ünlü edebi yapıtlatına göndermeli de çok başarılı olmuş.
İlk avcılardan günümüze insanlık tarihini anlatan oldukça kapsamlı bir kitap İnsan Nasıl İnsan Oldu. İlk bakışta Sapiens'e benzer bir yapısı var gibi düşünülse de bu tarihsel süreci sadece evrimsel ve uygarlık tarihi açısından ele almıyor. Sosyolojik, felsefi ve antopolojik olarak da İnsanın hikayesini anlatıyor. Üstelik bu tarz kitapların hiç birisi yokken bu 630 sayfalık arkadaş vardı bu piyasada.
Tarih yazılırken oradaymışsınız gibi akıcı ve masalsı bir üslupla yazılmış.
Kitabın en ilginç yanı Sovyet Rusyasında iki komünist tarafından yazılmış olması bence. Böylece alışılmış tarih yazımının ötesinde tarihi diyalektik materyalizm açısından ele alıyor.
Edebiyat tarihinin en başarılı intikam hikayelerinden biridir Monte Cristo Kontu. Onlarca kez sinemaya ve diziye uyarlanmış versiyonları var ama kitabı okuduktan sonra en başarılı uyarlamanın bile kitaba yaklaşamadığını söylemeliyim.
Fransız ihtilalinin hemen ardından birinci ve ikinci restorasyonların gölgesinde yaşanan müthiş bir intikam hikayesi anlatılıyor.
Denizci Edmond Dantes'in en yakınları tarafından ihanete uğrayıp ömür boyu hapisle cezalandırılması, 14 sene sonra bir yolunu bulup hapisten kurtulması ve yıllarca ilmek ilmek dokuduğu intikamını konu alan kitapta dönemin politik ve dini uygulamaları da alt metinlerle veriliyor. 1500 sayfalık bu dev eser o kadar akıcı bir dil ile yazılmış ve çevrilmiş ki 10 gün gibi bir sürede bitti. 2019'un son kitabı oldu benim için ve 2020'de okunmak üzere Dumas'ın diğer kitaplarını listeme ekledim.
Monte Cristo Kontu (2 Cilt Takım)Alexandre Dumas · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202025,7bin okunma
Kendimi ortalamanın üstünde bir okur olarak tanımlamama rağmen bu kadar usta bir kalemle bu sene tanışmış olmam benim ayıbımdır. Berci Kristin Çöp Masalları'ndan sonra yazarın okuduğum ikinci kitabı Sevgili Arsız Ölüm oldu. İki kitap için de diyebilirim ki kapaktaki Latife Tekin ismini silip Gabriel Garcia Marquez yazsak hiç anlaşılmaz hatta yer yer daha iyi olduğu yerler bile var. Kitaplarının bir çok dile çevrilmiş olması da zaten Latife Tekin'i yerel bir yazar olmanın ötesinde Dünya edebiyatına malolduğunun bir göstergesi.
Yazarın kendi yaşamından da izler taşıyan Sevgili Arsız Ölüm yazarın ilk kitabı. Köyden kente göç, kentlişeme bunalımları, getto yaşantısı, batıl inançların hayata etkisi gibi bir çok konuyu ele alsa da asıl anlattığı kadına biçilen toplumsal roller üzerine bir kurgu yapılmış. Bu yönüyle de 1983 yılında oldukça başarılı bir feminist manifesto niteliği taşıyor kitap.
Ortaçağ konusundaki uzmanlığı su götürmez Umberto Eco'nun en eğlenceli romanı Baudolino denilebilir. Ölmeden önceki son romanı olması nedeniyle de benim için manevi değeri de yüksek bir kitap.
Umberto Eco'nun derin tarih, felsefe, teoloji, sanat, antropoloji ve gerçeküstü bilgilerinin muhteşem bir sentezi. Bu senteze bir de mizah ögelerini katınca tadından yenmiyor. Ben çok beğendim, herkese tavsiye ederim.
Kitap Hristiyanların Rahip Johannes ve Kutsal Kase mitlerini konu ediniyor.
Bu konu anlatılırken edebi ve sanatsal bir şekilde gerek tarihi gerçeklerin gerekse gerçeküstü mitlerin bombardımanına tutuluyorsunuz. Kitap su gibi akıp gitse de bittiğinde entelektüel birikiminizde önemli bir artışa neden olacaktır.
Şu dönemde zaman kaybına neden olmayan modern dönemin önemli klasiklerinden biri olacak diye düşünüyorum.
Büyük usta Yaşar Kemal, Bir Ada Hikayesi dörtlemesinin bu ikinci kitabı olan Karıncanın Su İçtiği'nde büyük nüfus mübadelesi sırasında bir adada yaşayan insanların hikayelerini anlatmaya devam ediyor. Adaya gelen herkes beraberinde destanlarını da getiryor. Birbirinden farklı gibi görünen halkların aslında birbirine çok yakın kültürlere sahip olduğunu destansı bil anlatımla yaparken mübadeleyi eleştirmeyi de ihmal etmiyor. Osmanlı'nın son yılları ve Cumhuriyetin ilk yılları arasında savaşlardan, yoksulluktan, sürgünlerden kırılan Anadolu ve Yunanistan halklarının kardeşliğini Kürt Dengbej'lerle, Arap Masallarıyla, Yunan efsaneleri ve Anadolu destanlarıyla süslüyor. Yurdundan koparılmış Giritlileri, Savaş kahramanlarını, Köklerinden koparılıp atılmış tutunacak bir karış toprak arayan Kürt Dengbej'leri, Bütün ailesi cepheden dönemediği için asker kaçağı olanları ortak bir amaç doğrultusunda birleştiriyor kitap. O amaç da hayatta kalmak.
İlk defa Latife Tekin okudum ve bu güne kadar okumadığım için büyük bir eksiklik hissettim.
Berci Kristin Çöp Masalları anlatmak istediğini son derece derinden, simgesel öğeleri zekice anlatabilen bir eser. Neredeyse sadece di'li geçmiş zamandan oluşan, son derece sade bir anlatım diline sahip. Fantastik öğeleri cesurca ve bolca kullanmış yazar. Büyülü gerçekliğin tüm imkanlarından sonuna kadar faydalanmış.
Sıradan, gündelik hayatları anlatıyor gibi görünen kitap aslında kendi sosyal gelişimini yaşayan, yoktan varolan bir çöp ülkeyi anlatıyor. Kendi içinde bir mikro ülke Çiçektepe. Çöpten evlerden oluşan bir mahalle. Çiçektepe kendi içinde minyatür bir Türkiye. Alevi meselesiyle, işçi mücadelesiyle, sınıf çatışmasıyla, dayak yiyen ev hanımlarıyla minyatür bir Türkiye.
Tümevarımdan büyülü gerçekliğe bir çok edebi tekniğin bir arada bu kadar başarılı kullanıldığı çok az kitap vardır. Berci Kristin Çöp Masalları da benim için en iyiler arasındaki yerini aldı.
Kör Baykuş ve Aylak Köpek kitaplarından tanıdığım İranlı yazar Sadık Hidayet'in okuduğum üçüncü kitabı oldu. Kör Baykuş her ne kadar kısa roman gibi görünse de bence uzun öyküdür. Zaten Sadık Hidayet de kendisini hep öykü yazarı olarak tanımlar.
Bu kitap tıpkı Aylak Köpek gibi on bir kısa öyküden oluşuyor. Kitaba adını veren Üç Damla Kan kitaptaki ilk öykü. Sadık Hidayet yazımlarını bilenler yazarın karamsar yazılar kaleme aldığını bilirler. Bu kitapta da tarzı değişmiyor. Zift gibi karanlık öyküler birbirini izliyor. Bu kitapta diğerlerinden farklı olarak dili fazlasıyla sade buldum ancak Hidayet'in bunu da bilinçli yaptığını düşünüyorum.
İran'ı gül bahçesi gibi gören ve öyle göstermeye çalışan yöneticilere tokat niteliğindeki Üç Damla Kan'da İran'ın ikiyüzlülüğü, riyakarlığı, fakirliği, hastalıkları ve batıl inançlarını olabildiğince açık ve anlaşılır yazılmış ki insanlar okusun da ne halde olduklarını görsünler istemiş. Bu yönüyle de İran halkı vasıtasıyla tüm insanlığa bir ayna tutuyor kitap.
Savaş temalı Gecenin Sonuna Yolculuk'tan Silahlara Veda'ya kadar bir çok kitap okudum ama hiç biri bu kısacık kitap kadar etkili olmadı bende.
Leonid Andreyev'in, bir RUS Subayının, Rus-Japon savaşında cephede tuttuğu bölük pörçük günlüklerden oluşuyor kitabın ilk bölümü. Burada savaşın tüm çıplaklığı ve vahşiliği gözler önüne seriliyor. İkinci bölüm subay terhis olduktan sonra kardeşi tarafından tamamlanıyor. Bu bölümde de savaşın, savaşa katılmayanların, sadece anlatılanlarla yetinenlerin gözünden bir panoroması çiziliyor. Kızol Kahkaha adı ise kana bulanmış yeryüzünü anlatıyor.
Savaşı tüm çirkinliğiyle anlatan çok kitap okudum ama bu kitabın başarısı bunu sadece 76 sayfada başarıyor oluşu.
