Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Smyr

Bu konuyla ilgili dervişâne bir nükte de şudur: İki der viş varmış; bir araya gelir, sohbet eder, halleşirlermiş. Fakat "mine'l-kalbi ile'l-kalbi sebila" hükmü uyarınca, her ne varsa kalpleri arasında gider gelir, fazla söze hacet olmazmış. Ara- larındaki konuşma şöyle cereyan edermiş: Bir an gelir, birisi diğerine "Ya..." dermiş; bir on beş yirmi dakika geçer, diğeri buna cevap verirmiş: "Ya..." Yani arada bir, birer defa "ya" diyorlar sadece. Sohbet böyle devam ediyor. Bir gün onlar- dan birinin misafiri gelmiş, sohbete dâhil olmuş. Sıra kendi- sine gelince şöyle demiş: "Ya! Ya!" İki defa. Diğer derviş, arkadaşını bir kenara çekip "Bu arkadaşı bir daha getirmeyin. Geveze..." demiş. İki defa "ya” denmesi gevezelik sayılıyor.
Reklam
Deprenmeden dil dudak Sözü işiten gelsin Yunus Emre
Mağara gençleri diye anılan "Ashâb-ı Kehf"i Kur'an-ı Kerim bizlere (f-t-y) kökünden gelen "feta" kelimesi ile anlatıyor. Bu kök sözlükte "yorumlamak, isabetli yorum yapmak, sorgulamak" anlamlarına geliyor. Bu kökten gelen "yiğit, mert, genç anlamlarındaki "feta” ise soyut düşünmenin, anlam aramanın başlayıp öğrenme arzusunun ve görünenin arkasındaki nedenleri sorgulamanın zirveye çıktığı dönemi işaret eden bir kelime. Bu kelime ile anlatılan gençler ise putperest bir topluluk içinde tek Yaradan'ı bulmuş, toplum tepkisine güçleri yetmeyeceği için inançlarını bir süre gizleyen gençlerdir. Durumları ortaya çıkınca mert bir şekilde topluluk içinde inançlarını itiraf edi- yorlar. Bu itiraflarından sonra yüzleştikleri zulüm ve baskı nedeniyle bir kovalamacaya maruz kalıyorlar. Köpekleri ile birlikte mağaraya saklanıyorlar.77 Kur'an, inançları nedeniyle ölümü göze alan bu tazecik hayatları "yiğitler, civanmertler" diye anlatıyor bizlere. Biz, ergen çocuğumuzun tevhid inancı uğruna bir yol çizmesine nasıl yaklaşıyoruz? O yolun sırat-ı müstakîm olması için öncesinde neler ekiyoruz zihnine? Ya da ekiyor muyuz?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hz. İbrahim bir bayram günü puthaneye girip tüm putları kırdı- ğında da Kur'anî tabirle "feta” idi. Olaya tüm şahit olanların "İbrahim denen bir genç vardı kesin o yapmıştır."78 diyerek tereddütsüz Hz. İbrahim'i bulmaları onun inancını eğilmeden, bükülmeden, sonunu düşünmeden anlatışını ifade eder. Tüm putları kırıp baltayı büyük putun eline koyup ortamdan ayrılmış, kendisine "Putları sen mi kırdın?" diye soranları "Büyük puta sorun, belki kendisinin haberi vardır." diyerek bir paradoksa sürüklemişti. "Sen putların konuşamadığını bilmiyor musun?" deseler bir türlü, "Biliyoruz, hepsini sen parçaladın, öldürdün putlarımızı.” deseler başka türlü bir mantıksızlığın içine düşmüş olacaklardı. Onları düştükleri bu ikilemle yüzleştirmek için, ölümü dahi göze almıştı. Ateşe atılmasına hükmedildi. Muhtemel ki, bu ateş ona başkaca ateşlerden cazip gelmişti.
Bir başkasının hikâyesine kendi buruk yerlerimizden giriyoruz. İlave çay bardağı olsun, temiz ve ulaşılabilir su için kuyu açmak olsun, fırsat eşitliği sağlamak için dezavantajlı aile çocuklarına gö- nüllü eğitimler vermek olsun, kapı kapı gezip oyuncak bırakmak olsun. Dokunduğumuz yerden biz iyileşiyoruz. Başka hikâyelere girmeye aslında en çok bizim ihtiyacımız var. Bu çabamıza çocuk- larımızı da kattığımızda gelecekte kurulacak nice köprünün hayali ufukta beliriyor. Kurduğumuz tüm köprüler her daim kalplere ve bedenlere şifa olsun, bizleri O'na yakınlaştırsın, O'nun sevdikleriyle tanış etsin. Amin...
Reklam
İki ayet var ki, bizleri atlamaya meyilli olduğumuz müthiş bir noktadan yakalıyor. İlkinde "O hâlde, eğer müminler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlü'ne itaat edin."69 diye buyruluyor. "İnsanlarla aranızı düzeltin." deniyor, yani sevelim-sevmeyelim, takdir edelim-etmeyelim, müminler olarak beşerî münasebetlerde insanlarla aramızı iyi tutmamız mutlak bir emir olarak geliyor. Kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin, insan insana bir ilişki vurgulanıyor. Şeytan ise diğer yandan "Hatasını anladı, geri adım attı.", "Özür diledi, muhtemelen menfaati var.", "Bir hesabı olmazsa böyle incelikli davranmazdı.", "Teklifimi kabul etti çünkü sonrasında benden daha büyüğünü isteyecek." gibi sol yanımızdan saldığı vesveselerle, bize doğru atılan iyi adımları sabote ediyor. Bu minvaldeki niyet okumaları, dostlar kervanındaki bir ömürlük dost- lukları bitiriyor. Yerlerine bir ömürlük küskünlükler kalıyor. "Ben haklıyım, o haksız" döngüsünden çıkmadıkça, -neden karşı taraf da böyle düşünmesin ve neden kendine göre haklı olmasın- "aramızı iyi etmenin mümkün olmadığını hatırlatıyor.
Çocuklarımızın yanında eşimizle tartışmamız onlara fikir ayrılıklarının normal olduğunu öğretir. Çocuklarımızın yanında eşimizle tartışırken sesimizi yükseltmeden, nezaketli hitaplar kullanmamız tüm hayatları boyunca karşılarına çıkacak fikir ayrılıklarında nasıl davranmaları gerektiğini öğretir. Çocuklarımızın yanında öfkelendiğimizde öfkemizi yansıtma şeklimiz, büyüyünce öfkelerini nasıl yansıtacaklarını öğretir. Çocuğumuzun yanında eşimize karşı hitap şeklimiz, zamanı gelince eşlerine nasıl hitap edeceklerini öğretir. Beyefendilerin, tüm ev işlerini hanımefendilere yıkması, gelecekte erkek çocuklarının kendi varlıklarını nimet görüp, ev işlerine üstten bakmalarını öğretir. Kız çocuklarına ise iş bölümü talep etme haklarının olmadığını öğretir. Çocuklarımızın yanında eşimizle günlerce küs kalmamız onlara en sevdiklerine dahi kin gütmeyi öğretir. Sevmediklerini varın siz tahayyül edin.
El-Hasib olan Allah'a, hesap gününe iman eden bir kul, kendisine üzen herkese beddua edebilir mi? Herkesin peşin peşin dünyada azaba çarptırılmasını hayal eder mi? Hayal dünyasını intikam hayalleri ile kirletir mi? Miras taksiminde fazladan üç metrekare toprak için kardeşlerini kendisine küstürür mü?
Kaza ve kadere iman eden bir kul, doğuştan gelen boy, aile, ırk, doğduğu yüzyıl gibi değiştiremeyeceği şeylere odaklanıp, değişti- rebileceği milyonlarca şeye dokunma fırsatını kaçırabilir mi? Ya da doğuştan gelen, bizler adına Rabbimiz tarafından tayin edilmiş, güzellik, ırk gibi kavramları övgü-yergi gerekçesi olarak değerlendirir mi? Çocuklara dahi güzel-çirkin ayrımı yapan dünyayı kimler çirkinleştiriyor? Gözümüzle görmeden inandığımız, altı imani esas, hayatımızda gözle görülür bir değişiklik yapıyor mu? Bana sekülarizmi sorsanız size dilimizden iman alametlerinin çekilip gitmesidir, derim. Sevgimize, muhabbetimize, hayranlığımıza en çok layık olan Rabbimize kalbimizde koyduğumuz mesafe, kelimelere de sirayet ediyor. "Hiçbir işi rastgele, öylesine olmayan, kâinatta her şeyi bir ölçüye yönelik olarak yaratan"
Makyaj yaparak başka birisi gibi gözükmeyi, iyi giyinerek çok varlıklı gibi görünmeyi, sosyal medya fotoğraflarının kenarına köşesine gücümüzü temsil eden bazı detaylar yerleştirmeyi, tatilleri ucuza getirmeyi, daha pek çok şeyi öğrendik geçen zaman içerisinde. Dünyaya daha iyi yerleşebilmeyi öğrendik. Hallerimiz bu geçici konaklama istasyonunu çok seven birinin hallerine, evlerimiz bu istasyona yerleşen birinin evlerine, sözlerimiz bu geçici istasyona kör kütük âşık olan birinin sözlerine benziyor. Dünyaya duyduğumuz yakınlık, Yaratıcı'nın sözlerini duymamıza da engel oluyor.
Reklam
Yeryüzünde hayret makamının temsilcileri olan, her gördüğü şeye göz bebeklerini büyüterek bakan bebekler mi normal, biz mi mesela? Bir dağa, bir denize, bir gemiye, bir ağaca, bir kediye, bir karıncaya bakmak için, "haz ve hız" aşamasına geçmiş biz büyükleri ellerinden çekerek yolun ortasında durduran onlar. Bir papatyanın, daha doğrusu baharı getiren trilyonlarca papatyadan istisnasız her birinin, başlı başına bir mucize olduğunun idrakindeki bebekler mi normal, yoksa önümüze uzanan dallara bakmadan, körmüşcesine önlerinden öylesine geçip giden biz yetişkinler mi? Üstelik hiç kimseden hiçbir bilgi kırıntısı öğrenmemişken, tek satır kitap okumamışken, hayret mertebesinin coşkusunu en üst derecede deneyimleyen bebeklere bakınca "normal" olmanın hiç de normal olmadığını anlayabiliriz.
Kabul edelim; hiçbir güçlü, güçsüze kucak açmıyor, sevmiyor, davullar hep dengini arıyor. O yüzden, bizi kimse böyle sevmedi. Üstelik herkes bizi tanıdı sevdi. O ise sevdi, yarattı.
Manevi olarak da, yaşanmasına izin verdiğimiz her kötülükle organik bağımız mevcut. Aç kalmasına göz yumduğumuz çocuk lar, evlerimizde bereketsizliğe, zulme uğramalarını izlediğimiz mazlumlar vicdanlarımızın felç olmasına, ölmelerine seyirci olduğumuz insanlar, maneviyatımızın ölmesine neden oluyor. Bitkisel hayata giren bir insanın sadece solunum yapması gibi, biz de yaşamla bağı sadece madde olan bir insana dönüşüyoruz. Koltuğunda sadece üzülen ama etki alanını harekete geçirmeyen bir canlıya gerçek anlamıyla yaşama imkânı sunmuyor fizik kuralları.
Bir zamanlar bir adam müştemilatında çalıştırmak üzere bir kâhya arıyormuş ve görüşme esnasında adaylara "Fırtına koptuğunda rahatlıkla uyuyabilir misin?" diye soruyormuş. Bu soruda maksadı, her akşam düzenli olarak yüksekte saksı olmadığına, ağaçlarda şimşek çekecek bir çivi bulunmadığına, hayvan barınaklarının kapılarının sağlam kapatıldığına, özetle tüm tedbirlerin alındığına iyice emin olup istirahate çekilirsen, dışarıda duyduğun sesler konusunda endişeli olmanı gerektirecek bir durum yoktur, mesajını vermekmiş. Çünkü fırtınada kendinden eminsen, yapabileceğini son raddesine kadar yapmışsın demektir. Biz de buna İslam düşüncesinde "tevekkül" diyoruz: "Elinden geleni yaptıktan sonra sonuçları sükûnet ve rıza ile kabul etmek."
Ben gördüm ve bildim ki, İmam Şâmil'den, Bediüzzaman Said Nursi'ye, İmâm'ı Azam'dan İmam-ı Şafii'ye, Buhârî'den İmam Hanbelî'ye dek olan bu şahsiyetleri biz dinî bilgilerinden dolayı tanımıyoruz. Tarihe kazınmalarının sebebi bilgilerinin zeminindeki güçlü karakterleri. İmam Buhârînin Buhara padişahının çocuklarına özel ders vermeyi reddettiği için sürgün edilmesi, İmâm'ı Azam ve Hanbeli'nin Emevî halifesinin halka dayattığı Mutezile itikadını onaylamamaları, bu sebepten zindana atılmaları... Nice eğip bükenler silinip gitti ama tarih onları bize taşıdı. "Ne istiyorsa onu deseydin, değdi mi bütün kariyerini harcadığına? Şimdi bir de zindan hükmü giydiğin için apoletlerin de sökülecek üç kuruşa muhtaç kalacaksın. Herkes arkandan atıp tutacak, itibarını kaybedeceksin." demiş midir anneleri? Kıymetli anneleri öyle günü kurtarma derdinde "aman elimi suya sabuna değdirmeyeyim" eğitimi vermiş olsalardı, hiç yaşanmamış beş bin olayın içtihadını yapan, sabahlara kadar uzun teravih namazları kılan bir İmâm'ı Azam yetişir miydi?
698 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.