Bir odada yaşamanın anlamı nedir? Oda ne zaman tamamen sana ait olur? Üç çift çorabı plastik pembe bir leğendeki suya koyduğunda mı? Spagettini tüpün üstünde ısıttığında mı? Elbise dolabındaki, biri öbürüne uymayan tüm o elbise askılarını kullandığında mı? Duvara, üzerinde Carpaccio'nun "Azize Ursula'nın Düşü" olan eski bir kartpostalı astığında mı? Orada beklentilerin sancılarını, tutkuların heyecanını ya da en basitinden bir diş ağrısının verdiği eziyetleri deneyimlediğin zaman mı? Pencerelere uygun perdeler astığın zaman mı? Duvarları kağıtla kaplayıp, yerlere parke döşendiği zaman mı? Dört duvar ya da iki köşe, tüm bunların ne kadarını kaldırabilir? Bu duvarlar hangi noktada, bu kadar çok şey hissetmekten ya da herkesin hissettiklerini bu kadar çok görmekten dolayı kırılıp çatlamaya başlar? Oturduğum bu odada kimseyi gerçekten sevmediğimi hatırladıkça bunları düşünüyorum. Şu an bulunduğum odada benden önce bulunmuş olan ve bir zamanlar birbirlerine sözler vermiş olan insanları canlandırıyorum gözümde.