Şu ana kadar okuduğum en büyüleyici (daha ideal bir tabir bulamadım) romanlardan birini sizinle paylaşmak istiyorum, Martin Eden! Sadece güzel bir romandı demek yetersiz kalır bence. Sindirilmesinin uzun süreceğini düşünüyorum okuyan herkeste, yani hafızadan haftalarca, aylarca belki de yıllarca silinmezmiş gibi geliyor bana.
*
Martin Eden, takıntılı ve yüksek eğitim hayalleri olan ve edebi şöhret peşinde koşan yoksul biri, bir kıza olan aşkından yazar olmaya çalışan bir denizci. Basit bir olay örgüsüne sahip bir roman gibi görünse de içerisinde bir insanın hayat boyunca karşılaşabileceği her şey var, yani karşınızda bir boy aynası... Başlangıçta bir kadına âşık olan bir adamın aşk hikâyesini okuduğunuzu düşünüyorsunuz. Ancak Martin Eden, yazmak için okumaya başladığında okumaya âşık oluyor. Bir kadın için yazmaya başladığında ise yazmaya âşık oluyor. Daha sonra fark ediyorsunuz ki Martin Eden, güzelliğe, aşkın kendisine âşık olmuş.
*
Felsefi yönden bakıldığında sınıf farklılıklarını çok iyi anlatmakta Jack London.. Martin Eden'in bir alt sınıftan bir üst sınıfa geçiş mücadelesi, yaşadığı aşkında ötesinde. Bununla beraber sosyalizme karşı bireyciliği savunması, bu savunmayı bir kurgu içerisinde aktarması ve gerçekte ise Jack London' un sosyalist birisi olduğunu, kitabın ise yarı otobiyografik bir roman olduğunu öğrenmeniz olağanüstü bir kitap okuduğunuzu kanıtlar niteliğinde..
Bu kitabı kelimelerin ötesinde sevdim, bu yüzden bu anlamsız gevezeliği sonlandırıp, Jack London' ı daha fazla utandırmak istemiyorum...