"Türk'ler acayip bir millet oldu. Kendisine yapılan fenalıkları unutuyor. Kendisinden başka kimseye düşmanlık gütmüyor. Evet, Türk'ler kendilerine düşman bir millet oldular. Kendilerini yok edecek ne varsa ona sarılıyor, kendisini yükseltecek ne varsa onu tepiyor. Nurcu oluyor, Arapçı oluyor, Moskofçu oluyor, fakat Türkçü olmuyor. Bütün dünyanın birleşeceğini kabul ediyor da bütün Türk'lerin birleşmesini imkansız buluyor."
Ancak benim cumhuriyetçiliğim, milli tarihimin milli destanlarımın şereflerini, fetihlerini inkâr etmek anlamına gelmez.
(...)
Fatih ve Selim büyüklüğü padişahlıkta değil, padişahlık büyüklüğünü bunlarda buldu.
Atatürk'ün dilde yapmak istediği temizlik, onu tam anlamıyla mümkün olduğu kadar öz Türkçe haline koymak davasıdır. Bu ise onun başardığı işlerin en büyüklerindendir; hatta en büyüğüdür.
Dilini kaybetmiş tek bir millet gösterilmez ki, "Varım!" diyebilsin...
Ulusal varlık ulusal dildedir.
...Lastik Sait'i anmadan geçemeyeceğim:
Arapça isteyen Urban'a gitsin
Acemce isteyen İran'a gitsin
Frengiler Frengistan'a gitsin
Ki biz Türk'üz bize Türkî gerektir.
Bu Divan edebiyatı, Türk edebiyatı tarihinde bir ilerleyiş, bir gelişme değildir. Fakat bir kaytaklıktır. Dil bakımından beş yüz yıl sürmüş bir kaytaklıktır. Bunun içindir ki, Türk edebiyatı tarihinde yer almaz. Kaytaklık gelişme kabul etmez ve üzerinde işlenemez.
Divan edebiyatı; saraylarda, konaklarda, laleliklerde bir avuç insana hitap ederken öz Türk edebiyatı, Mohaçlarda, Viyana önlerinde sazların tellerinde haykırıyor...
Davulla zurnayı düğün mü sandın
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın
Askere gideni gelir mi sandın.
Divan edebiyatı, Farsça ve Arapaça söyledi, Fars ve Arap zevkiyle söyledi, kültürüyle beraber... Fakat bir Farsça bir Arapça söyledi ki, Fars okusa anlamaz, Arap okusa anlamaz! Türk okusa binde birini anlamaz. İşte bu dilin adı Osmanlıcadır.