Her insanın içinde bir giz, nadide bir çiçek olduğuna inanıyordum. Ve bunu düşünerek ne iş yaptığına, nerede, ne koşullar altında yaşadığına, nasıl göründüğüne bakmadan ona büyük bir saygı duyar; sadece gözlerinin içine bakarak, kelimelerine, düşünüş tarzına odaklanarak içindeki o giz her neyse onu keşfetmek için büyük bir çaba harcardım.
Harcadığım bunca çaba her zaman olumlu sonuçlanmadı tabi ki. Kiminde tertemiz bir kalp, kiminde acılarla dolu geçmişin bıraktığı izler, kiminde de çamurun, katran karası pis kokulu bataklığın kalbinin her bir köşesine kadar sirayet etmiş olduğunu gördüm. Maalesef... Maalesef diyorum çünkü bu insanlara acıdım aslında. Çünkü hayat onların içindeki o nadide çiçeği soldurmuş, herkesin doğuştan içinde taşıdığı o gizli, saf yanı bir şekilde örtmüş ve kuytu köşede ölüme terk etmeye neden olmuş. Ne acıdır ki bu durum, yeri gelip insanın insanlığını unutmasına neden olacak kadar vehamete sürükler insanı.
İnsanlığını unutup da dünyayı türlü kaosların, türlü felaketlerin elinde çürümeye bırakan nice insanlığını unutmuşları mı desem, gözünü kırpmadan bir cana kıyabilenleri mi desem bilemedim..
Hayat hepimiz için türlü zorluklar göstermektedir. Elbette hiç şüphesiz bunlar bizim için birer sınavdır.
Dileğim bu sınavları verirken içimizdeki çiçeğe sahip çıkabilmemiz. Zira o soldu mu dünyanın da tadı tuzu kalmıyor...