Anlayış ve sevgi aynı şeydir; insanların anlamadıkları şeyleri severmiş gibi görünmeye çalışarak çok fazla arka plana atmalarının dışında. Ki bu da yapılamaz.
sevgilim bir kere düştüğü yeri sonra hep arıyor insan sökülmüş ağaç doğulmuş ev kesilmiş saç düştüğü yere de hep sonra gidip bakmak istiyor insan
Reklam
Büyükanne dedi ki: "Ruh aklı bütün diğer kaslar gibidir. Kullandığın zaman büyür ve güçlenir. Böyle olabilmesinin tek yolunun onu anlamak için kullanmak gerekir. Ama beden aklınla açgözlü ve benzeri olmaktan kurtulana kadar ona kapıyı açamazsın. Açtığın zaman anlayış gelişmeye başlar ve ne kadar anlamaya çalışırsan, ruh aklı o kadar büyür."
•Ağaç devrilince herkes kendisine odun toplamaya bakar..! ..#
Söylememiş olduğunuz şeyleri söylemiş olma zamanı…
Güz doğanın merhamet zamanıdır. Sana ölmekte olanlar için işleri düzene sokma şansı verir. Ve böylece, işleri düzene soktuğunuz zaman yapmanız gereken ama yapmamış olduğunuz her şeyi tasnif edersiniz. Hatırlama zamanıdır bu... Pişmanlık duyma ve yapmamış olduğunuz bazı şeyleri yapma zamanıdır.
Sayfa 209Kitabı okudu
Bir şeyden vazgeçersen, o zaman bir tür seyirci olursun..
Sayfa 196Kitabı okudu
Reklam
Büyükanne doğru yaptığımı söyledi çünkü iyi bir şeyle karşılaştığın zaman, yapman gereken ilk şey bulabildiğin insanla onu paylaşmaktır; bu şekilde iyilik öyle bir yayılır ki nereye gittiğini bilemezsiniz. Ki bu da doğrudur.
Nihayet bir gece...
Osman Bey o geceyi yine Şeyh Edebâli ile sohbet ederek yarılamış, canlara karışıp “hû” çekmişti. Gece yarısı odasına ayrılıp uyudu. Bir rüya gördü. Rüyasında Şeyh Edebâli'nin yanında yatıyordu. Edebâli'nin göğsünden bir hilâl çıktı. Gittikçe büyüyerek dolunay hâlini aldıktan sonra kendi göğsüne girdi. Göğsünde bir ağaç bitti. Büyüdükçe büyüdü. Dallarının gölgesi, bütün karaları ve denizleri kuşattı. Kafkas, Atlas, Toros ve Hemos Dağları, göz alabildiğine yükseliyordu. Kökünden gemilerle dolu olan Dicle, Fırat, Nil ve Tuna kaynıyordu. Sahralar yemyeşil ekinlerle doluydu. Uzaktan kubbeler, ehramlar, dikili taşlar, sütunlar, lâtif kulelerle süslü koca şehirler görünüyordu. Büyük binaların hepsinin tepesinde birer hilal parladığı gibi, minarelerden ezan sesleri yükseliyordu. O sırada kuvvetli bir rüzgar çıkıp ağacın dallarındaki yaprakları dünyanın şehirleri üzerine, bilhassa iki deniz ile iki karanın birleştiği yerde, ik yakut ve iki zümrüt arasına yerleştirilmiş bir cevhere benzeyen ve bütün dünyayı kuşatan bir halkanın en kıymetli taşı yerinde olan Kostantiniye'ye (İstanbul) doğru dağıttı. Osman, halkayı parmağına geçirmek üzere iken uyandı.
Diyeceğim şu ki Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse Çocuklar, kadınlar, erkekler Trenler tıklım tıklım Trenler cepheye giden trenler gibi İşçiler Almanya yolcusu işçiler Kadınlar Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi Ellerinde bavullar, fileler Kolonyalar, su şişeleri, paketler Onlar ki, hepsi Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler Ah güzel Ahmet Abim benim Gördün mü bak Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar Ve dağılmış pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli değil Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar kısa işte o kadar.
Edip Cansever
Edip Cansever
Burada gri beton, sarı maden, soğuk yalnızlık içinde oturuyorum. Orada beyaz tahta, yeşil ağaç, sıcak dostluk içinde geziyorsun. O. Aruoba
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.