Gençler eğitim sürelerince derinlere ve geniş bir alana kök salmaya önem versinler. Kök salmadan hemen meyve veren bir ağaç haline dönmeye çalışmasınlar.
Üzgün olduğumuzda ve hayata katlanamadığımızda bir ağaç şöyle konuşabilir bizimle: Sus! Bak bana! Yaşamak kolay değil, yaşamak zor değil. Bunlar çocuksu düşünceler.
Dünyayı gördün sen, sokakları gördün
Acı sirkeden tattın
Ayrılıkları gördün tren istasyonlarında
Trenler ki dumandan tekerlekleriyle
Yol alır
Sadece taşların, rayların ve ayrılıkların
Olduğu yere
Her yerde sorular soruluyor
Her yerde
Bir kör adam var üstü başı kanla kaplı
Bir başkası var ki gazapla bilenmiş
Yüreksizin biri var
Ezilmiş yoksulun biri var
Çivilerle kaplı bir ağaç var
Haydutlar var sırtında övgüler taşıyan
Yaşam bu, Federico
Hepsi bu kadar
Erkeğin erkekçe sunacağı
Hüznün arkadaşlığından başka ne var?
Şimdiye dek çok şey öğrendin
Başkaları da sırası gelince öğrenecekler
Yani öğrenmek isteyecek olanlar.
+ İnsanın sevdiklerini nasıl kaybettiği hiç fark etmiyor, sonrasında kendini köklerinden koparılmış bir ağaç gibi hissediyorsun, değil mi?
- Üstesinden gelmek zor.
Matt Haig’in kitaplarında işlediği konuları çok seviyorum. Gece Yarısı Kütüphanesi’nde hayatımızın dönüm noktalarındaki tercihler üzerine yoğunlaşan yazar bu defa zaman mefhumunu irdeliyor. Konuyu işleyiş tarzını da çeşitli tarihlerdeki yaşamlar arasında günümüze, günümüzden geçmişe dönüşlerle çok heyecanlı hale getiriyor. Okuyucu kendine verilen
Tanımlar korkutur beni. Düşünsenize, birisi size, “Deniz nedir?” deyiverse… İçinde maviliklere, dalgalara, köpüğe… yer verdiğinizde o deniz olur mu? Hep bir eksiklik… Peki, derinlik nerde? Akıntıda. Akıntıysa derinde. Sığlıktan derinliğe yüzdürülemeyen tekne nasıl ki kıyısına düşmandır, eksik tanımlar da öyle. Hele insanın tanımları? Sadece kaşları, gözleri, boyuyla posuyla dile getirilmiş bir insanın bu nitelikleri ağaç kabuğundan başka nedir ki? Hatta tuhaf karşılamayın, içi dışına giydirilmemiş bir insan, bir nesne tek yüzlü parşömendir. Nice tıbbiyeli, bağırsaklarını toplamadan bir karını deşer; nice müzisyen notalara basmadan do'ya varır. Gerçi eldekinin, elde olmayana bir meyli vardır. Unamuno’nun kulaklarını çınlatıp iç denizimizde istiridye aramaya çıkalım: “Neden sahip olunan şeyden alınan haz, sahip olamadıklarımıza olan iştahı arttırmak zorundadır?”
Hey Güzel çocuk Balaban Balaban
İşte önünde hem tereyağı hem de bal
İstersen yağa ban, istersen bala ban
Dürüstlük biliyor musun en güzel istikbal
Balaban, Balaban ey güzel, merhametli çocuk
geleceğin bir kahramanı bu gün sabi bir çocuk
Ağaç yaş iken eğilir, sen de şimdi eğil, güzel çocuk
Bu millet yücedir, ata, dede, ana, baba, oğul ve çocuk
KK
...sanırsa babanın sahip olduğu tek sey gururmuş... Ne var ki yanlış yerde. Dedi ki adamın ne küçük kızının ne de çocuklarından birinin güzel şeyleri sevmesine izin vermediğini tahmin ediyormuş. Bu yüzden sahip olamayacakları şeylerden hoşlandıkları zaman onları kamçılarmış. Öğrenene kadar kamçılarmış. Bu yüzden kısa sürede bir şey istememeyi öğrenirlermiş.
Bana göre "mantıklı" bir şekilde sohbet etmeyi becerebiliyor olsam da konuşacak çok az insan vardı ve herhangi bir kimseye yaklaşmak için benzer bir zihinsel maskenin arkasına saklanmak gerekiyordu; tıpkı etraftaki bitki örtüsüne uyum sağlamak ve düşmanın kuşkularını azaltmak için başlıklarına ağaç dalları takan askerler gibi.Ama herkesin kendi benliğinden çıkmaya çalışıp insanlarla iletişim kurma tehlikesine dahil olurken kullandığı taktikler de bunlar değil midir?