Yıl 1876 Sadullah bey ve eşi Adviye hanım kızları Nerime ve Nebiye, çalışanları Rezzan Kalfa ile istanbul /Emirgandaki konaklarında huzur içinde yaşarlar. Büyük kardeş Nebiye sadelik seven kitap okuyan maskülen tarzda bir genç kızdır. Küçük kardeş Nebiye ise tam tersi günümüz tabiri ile kokoş bir cimcimedir. Adeta evin maskotudur. İlginin onun enerjisi yüzünden, üzerinde olmasından dolayı daha çok sevdiklerini düşünen Nedime kendinden 14 yaş büyük ud hocasına aşık olup evden kaçar.
Kötü bir evlilik yaşadığı için daha fazla dayanamaz ve elinden tuttuğu 8 yaşındaki oğlu ile geri döndüğünde ise kapıyı bir yabancı açar ve ailesinin yazlık eve taşındıklarını öğrenir,babası bütün mal varlığını kaybetmiş kendinin hasretiyle gözlerini hayata kapamıştır.
Anne ve kız kardeşi kol kanat gererler.
Böyle hüzünlü başlayan kitap zamanla Osmanlı'nın bitiş zamanına da dem vurarak Abdülhamit zamanı ve Osmanlı Rus savaşı zamanlarını da anlatırken konu yıllar geçip Atatürk ün samsuna çıkışına gelince tüylerim diken diken oldu. Ardından Halide Edip in konuşması ve Anadolu'daki hazırlıklarla devam ederken yazarın milliyetçiliği hem Osmanlı zamanındaki hayatı hemde sonra olanları anlatımıyla kalbimi öyle bir yerden yakaladı ki anlatamam.
Kitapta en çok Selahattin beye ve küçük feriduna çok üzüldüğümü söylemeden geçemeyeceğim bunlar kim derseniz okuyup öğrenin derim.
Hem zamana yolculuk,hem aile bağlarına atıf,hemde umudunu kaybetme bittiği yerden tekrar başla diyen bir eserdi.
Tom, yoğun kar sebebiyle öğrenci evinde mahsur kalan oğlunu almak üzere noel’e üç gün kala belfast’tan sunderland’e doğru yola çıkar. Bu yolculuk yalnızca fiziksel değil aynı zamanda içsel bir yolculuktur ve okuyucu buna dahil olur. Kendi babasıyla olan ilişkisini ve oğullarıyla olan ilişkilerini irdelemeye başlar. Yolculuk devam ettikçe kendimizi bir aile trajedisinin içinde buluyoruz. Yol boyunca en çok diğer oğlu Daniel’i düşünüyor, Daniel bazen sağ koltukta garipten bir ses olarak bazen de saniyelik bir görüntü olarak babasının karşısına çıkıyor. Tom, pişmanlıklarını, tüm ailesinden gizlediği ve ömür boyu sırtına yük olacak sırrını günah çıkarır gibi bizimle paylaşıyor. Çok beğenerek okudum, bilinç akışı tekniği ile yazılmasına rağmen oldukça akıcı bir okumaydı. Hem atmosferi hem de konusu sebebiyle oldukça kasvetli ama çok iyi bir kitap bence. Keşke daha çok okuyanı olsa.
Ömrü boyunca anlaşılmak isteyen ve bunu karakterleri üzerinden çokça dile getiren Oğuzcum Atay.. Tıpkı onun gibi anlaşılmak istenen karakteri Hikmet Benol.
Kendini bulmaya çalışan fakat bulamayan ve kişilik bölünmesi yaşayan Hikmet, yaşadığı başarısız evlilikten sonra kendine başka bir yaşam kurmaya karar verir ve gecekonduya çekilir. Burada çok
Ebruar kavramını veya Ebruarı bunların nasıl kimseler olduklarını el alacağız, konuşmaya çalışacağız Ebruar her ne kadar Türkçe'ye bir isim olarak geçmişse de aslında Arapça eril bir çoğul yani Ebruar iyiler demek Bu kekili bunun Ber veya Ber ayette geçtiği üzere Cenab-ı Hak Hz. Yahya için o Ber ile bir valideyhi Olem yakın Cebber'in
Merhaba
Bugün sizlere Beyaz Fil Yayınlarından Selin Sunal kaleminden Beni Kendimle Bırak kitabı ile geldim.
Yazarımızın kalemini çok sevdim,samimi anlatımı,akıcı kurgusu ile elinize aldığınız andan itibaren bırakamadan okuyup bitiriyorsunuz.Günüzümüz ve geçmişe gidişleri sizi asla yormuyor hatta daha da merak içinde okuyorsunuz etkilenmemekte
………………………………………………………………………..…
Clarice Lispector'un (1925-1977) 17 yaşında yazdığı ilk romanı olan Yabani Kalbin Yakınlarında, 1944 yılında yayımlandı. Radikal olarak yeni tarzı, Brezilya edebiyatından, bölgeselci damarından daha sonra onu zirveye hareket ettiren büyük psikolojik yoğunluğa sahip içgözlemci bir literatüre geçişini işaret
Bu kurumda çalışmak birçok şeyi tecrübe etmeme olanak sağlarken birçok şeyi gözlemlemem için bir film sahnesi de oldu.
Birçok ebeveyn gördüm bir çok aile…
Çocuklarını içten bir şekilde destekleyen hayat kadını da gördüm. Mal mülk içinde çocuklarını öksüz yetim bırakmış anne babalar da. “Kurumda kalırsan” koşuluyla ikna edilmiş çocuklar gördüm.
》Eserlerinde hem İstanbul'un saray ve köşk yaşamındaki bilinmezleri hem de Anadolu'nun derinliklerinde unutulmuş insanı ortak paydada buluşturmayı bilen yazarımız Reşat Nuri yine bana nostaljik bir yolculuk yaptıran bir kitap yazmış.
》İlk kez öykü okudum kendisinden. 1917 yılında kaleme almış. Halit Ziya Uşaklıgil'in eserlerinden
“Yerli yersiz hasta olurdu bu çocuk ve her hastalandığında dede, anneanne, anne hep birlikte gözyaşı dökerlerdi, bol miktarda, özellikle de resmi bir babası olmadığı için. Aile içinde gayrimeşru durumlardan en çok bu tür zamanlarda etkilenilir.”
Suzan Defter ile olmuştu. Resim yapmayı seven biri olarak, ne zaman bir müzede muhteşem bir sanat eseri ile göz göze gelsem “ asla büyük ustalar kadar iyi olamayacağım” diye geçiririm içimden. Ve yine yazmayı seven biri olarak Ayfer Tunç’un kalemi karşısında her seferinde aynı kırık duyguya kapılıyorum; asla büyük ustalar kadar
Bitti.
Oysa yıllar sonra bir kitaba bitme diye yalvarmak istedim.
Elime aldığım ilk günü hatırlıyorum, nasıl da korkutmuştu gözümü, hatta grupla okursak daha kolay biter düşüncesiyle bir okuma grubu oluşturmuştum. Kitap içine öyle çekti ki, hangi şartlar altında olursak olalım okurmuşuz meğer...
"... kitaplara giderek daha fazla
Tanrıların ve ölümlülerin çağı
Tanrıların yalnız yaşadığı çağ ile insan ilişkilerine ilahi müdahalenin sınırlı olduğu çağ arasında köprü kurma, tanrıların ve ölümlülerin birlikte hareket ettiği bir geçiş çağıydı.
.
Bunlar, grupların daha sonra olduğundan daha özgürce karıştığı dünyanın ilk günleriydi.
.
Bu masalların çoğu daha sonra
Sıradan günlerin birinde sıradan insanların yaşadığı bir şehirde birbirini hiç tanımayan iki insanın kaderi bir anda kesişiverir. Ya da birkaç insanın kaderi. Peki bu insanları milyonlarca hatta milyarlarca insan arasinda bir araya getiren güç nedir? Uzun zamandır zihnimi kurcalayan bir soru bu. Cevabını biliyorsanız söyleyin ya hu. Bizim sosyal
Kızımla birlikte okuduğumuz ilk Behiç AK kitabımızdı. Kızım beğendiğini söyledi. Sadece çocukların değil anne babaların da okuması gereken bir kitap bence. Kendi ellerimizle çocuklarımızı teslim ettiğimiz teknolojiden tekrar onları kurtarmak için verilen çabaları güzel bir şekilde anlatmış.
Ânı yaşamak ve hissetmek yerine, o ânı teknolojik araçlarla kaydedip arşivleyen Sude’nin sanal dünyaya tutkusunu anlatan roman, ilginç karakterleriyle de dikkat çekiyor. Yazar, desenleriyle etkileyici bu romanında, bir yandan çocukların doğadan kopması üzerine, bir yandan da dijital ilişkiler nedeniyle değişen aile ve arkadaşlık ilişkileri üzerine düşündürüyor. Çocukların, içine doğdukları dijital ortamlara ilişkin farkındalık kazanmalarını sağlayan roman, günümüz dünyasını anlamaya ve gelecek için öngörülerde bulunmaya davet ediyor. Her yaştan okur için keyifli bir okuma ve mizah dolu desenleriyle keşif dolu bir yolculuk.
Pantomimci babasının ve avukat annesinin yoğun iş yaşamları, Sude’nin ailesiyle paylaştığı saatleri iyice azaltmıştır. Arkadaşının önerisiyle bir tablet bilgisayar edinen Sude, kısa bir süre içinde, sanal dünyanın parçası olup çıkar. Sıkılmadan oyalanıyor, üstelik her an ulaşılabiliyor diye, onun yeni ilgisini önce olumlu bulan ailesi, zamanla Sude’nin aşırı tutkusundan endişelenmeye başlar. Annesi kızını “kurtarma” operasyonuna girişir. Sude dijital labirentten kurtulabilecek midir?..