burcu

doğa insanoğluna o kadar derin bir sempati duyuyor ki birimiz haklı bir nedenden ötürü kederlendiğinde güneş parlaklığını yitiriyor, rüzgâr insancıl seslerle uğulduyor, bulutlardan gözyaşları yağıyor, ağaçlar yazın ortasında yapraklarını döküp yas tutuyor. benim aklım da doğanın bir parçası değil mi? ben de bir parça da olsa yapraktan ve topraktan değil miyim?
Reklam
hayatımda hiç yalnızlık kadar cana yakın bir dost bilmedim.
genelde vahşi ve iç karartıcı olarak nitelendirdiğimiz manzaralara baktığımda bile bana çok yakın bir şeyin varlığını son derece açık ve net bir şekilde sezdiğimden ve böylece en yakın, en insancıl akrabamın bir insan olmadığını keşfettiğimden artık hiçbir yerin bana yabancı gelmeyeceğini anlamıştım.

Reader Follow Recommendations

See All
dışarıda yağan hafif yağmurun sesini dinlemeye başlamış ve birden doğanın ne kadar tatlı ve hayırsever bir dost olduğunun farkına varmıştım.
en huysuz, en melankolik kişinin bile hayatında deneyimlediği en tatlı, şefkatli, masum ve besleyici ilişkiyi doğanın kendisine sunduğu nesnelerin herhangi biriyle kurabileceğini öğrendim.
Reklam
okunan ve içeriyi kanatarak yol alan her dizeye rağmen dışarıya tebessüm etmek, şairin acısını dindirmek, etraf bütün duyulana bigâne iken içeride kazına kazına yol açan her dize ve düşünceyi ağrıya rağmen ele vermeden içinde tutmak, onlarla, çevrenin uğultusuna karşı gitgide sessizleşen bir içeri ile yaşamak.
herkes bir ize, bir resme, başkasının bir hâline aldandı. asıl tehlike zaten kötü olan ve bilinebilir kötüler değildir ki, kanmak asıl iyiye ve başka zannedilene kanmadır.
şiirden bana ulaşan ses içimden bir şeyleri yırtmış, ben de bu sesi duymuştum.
okuduklarımı anlamayışım beni de anlaşılmaz yaptı, okuyup gülemeyişim beni de gülmenin uzağına bıraktı, okuyup da hadi hadi diyemeyişim beni olduğum yere mıhladı, okuyup da bildiğime rast gelmeyişim beni bir tanıdığın tebessümünden mahrum bıraktı, okuyup da söylemek isteyip de söyleyemediğimi bulamayınca dilsiz ve söylenene mahkûm bıraktı, okuyup da nedensizce titremek beni gölgelerden ve seslerden ve anlayamadığımdan zangır zangır titrer bıraktı.
bilmem ki söyleyeyim, acaba bilsem söyleyebilir miyim, insanın bildikleri söyleyebildikleri midir? yoksa bilmek feryat mıdır, bilmek söze mi dökülür göze mi, gözden mi dökülür, bu dökülenler nerdedir, birikir mi kurur mu?
Reklam
göğün, ben ne zaman yere uzanıp kalmış olsam sükûtu ile solgun ve parlak renkleri ile bana akıllı olmamı söylediğini duyardım.
tepeden yuvarlanan taşın yol alışı, öğle güneşi, sıcak, darlaşan ikindi, hayat bazen işte bir hışırtı, bir kuşun iç çekişi, uzaktan bir kanat sesi, acaba o çobanlar, bir zamanda dağdan dereden kayarak geçenler, yerde bir kiremit parçası, birinin yere düşmüş bir parça anısı kimden kime bir hayal olarak kalacak? insan kendini kime ne olarak bırakacak?
peygamberliğin bittiği yerde ne başlar? hiçbir şeyin yetmediği insana kitap yeter mi?
bir şeyin bir ilk öğrenildiği, göze görünüp içe aktığı yer vardır. buna tanıklık etmeyene bu söz ile de anlatılabilir. birinin taş duvardan öğrendiğini başkası derste öğrenebilir, köpeğin gözlerinden öğrenip ezber ettiğini öbürü bir mısradan duyabilir. sesler ve görüntüler hep anlatır çünkü, yeter ki tanıklıktan kaçma, duymadım görmedim deme.
ne tenha bir yer burası. bir söz, bir hakikat bütün dünyayı, milyarları dolaşıyor da ne bir sahip ne bir göğüs kafesi buluyor sığınıp saklanacak.
323 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.