Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!"
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle
Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan
Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla
Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Edip Yüksel'in yıllardır savunduğu 19 ile alakalı kitaplarından biri. Belki rastgelip kendisini TV tartışma programlarında görmüşsünüzdür. Kendisi yaklaşık 10 yıldır falan YouTube'ta da yayın yapar. Kanalı: youtube.com/@edipyuksel?si=.... Modernist müslüman diye tabir edilen kategoride.
Edip Yüksel eskiden
II.SULTAN KILIÇ ARSLAN
Anadolu Selçuklu Devletini İhtişamın Zirvesine Çıkaran İdareci
Anadolu Selçuklu Devletini ihtişamın ziresine çıkaran ve Osmanlı Devletinden önce Anadolu'da kurulan ilk büyük İslâm Devletinin namım cihana yayan idareci Sultan II.Kılıç Arslan'ın tarihimizde müstesna ve mümtaz bir yeri vardır...Sultan olduğu
Bir varmış bir yokmuş bazen azmış bazen çokmuş. Gülen az ağlayan çokmuş. Develerin tellal olduğu, pirelerin berber olduğu falan da yokmuş.. yeryüzü acıdan, kötülükten fokur fokur kaynamakta iken insanlar nefes bile alamaz hale düşmüş iken.. Nerede bu yardım gelmeyecek mi diye haykırırken... Gökyüzünde bir topluluk belirmiş. Bölük bölük bir akıncı
"Affetmek!.. I-ıh!.. Kötüleri affetmek, iyilere kötülük etmek olur. Bu kötülüğe mutlaka son verilmeli. Yedi yıldır suçsuz yere yatıyorum; bir yetmiş yıl da suçlu yatsam ne çıkar?"
Hüseyin Hoca çaresizdi. Sadullah'ın kendi içine kapandığını anlamıştı. Zihninde fırtınalar esiyor olmalıydı. Kimseyi yardıma çağırmıyor, kimsenin uzattığı yardım elini kabul etmiyordu. On beş gündür hapishanede tek konunun Sadullah oluvermesini şimdi daha iyi kavramıştı. Ülkücüler, akıncılar ve devrimciler; hepsi Sadullah için üzülüyordu. Hüseyin Hoca Sadullah'ı çözemeyeceğini, ağzından laf alamayacağını anlayınca Mehmet'i bulup neler olduğunu ona sordu.
"Her şey bir ismi telaffuz etmemle başladı" diye anlattı Mehmet, "Asude. Asude Aslan!"
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Osmanlı ordusu 10 Mayıs 1529'da İstanbul'dan Macaristan'a doğru hareket etti.
Bu yıllarda dünya iklim dengesi değişmeye başlamıştı. Küçük buzul çağının başlangıcı olarak adlandırılan bu dönemde yağış artmış, hava sıcaklıkları düşmeye başlamıştı.
3 Eylül 1529'da Osmanlı ordusu Budin önlerindeydi. Kısa bir kuşatmadan sonra 7 Eylül' de Budin tekrar Osmanlılar'ın eline geçti. Zapolya Budin'de yapılan bir törenle tekrar Macaristan tahtına geçirildi. Kanuni, Budin'den sonra yeni hedefi Viyana olarak belirledi.
Kanuni hem bu yeni Kızılelma'yı ele geçirecek hem de Avusturya'nın Macaristan tehdidini ortadan kaldıracaktı. Budin'den hareket eden 120 bin kişilik Osmanlı ordusu 23 Eylül' de Avusturya topraklarına girdi. Birkaç gün sonra akıncılar Viyana önlerindeydiler.
Karşılıklı hücumlarla ve kalenin surlarının yıkılması için patlatılan lağımlarla 15 gün geçti. Ancak havanın soğuk olması ve yağmur kuşatmayı olumsuz etkiliyordu. 14 Ekim günü Osmanlı ordusu Viyana'ya karşı büyük bir hücum gerçekleştirdi.
Akşama kadar süren hücumdan bir netice alınamayınca kuşatma kaldırıldı.
Osmanlı ordusunun Viyana kuşatması 17 gün sürmüştü.
Halbuki Viyana gibi bir kaleyi fethetmek için birkaç aylık muhasara yapılması gerekliydi. Ancak devamlı yağan yağmur kuşatmanın devamına izin vermemişti.
AKINCILAR
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!"
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle
Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan
Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla
Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Bölgenin ilk sakinlerinin 1186'da Selahaddin Eyyubi tarafından Haçlı seferleri nedeniyle yerleştirilen Türk akıncılar olduğu kesindir. Daha sonraları 1400'lü yıllarda Mısır Kölemen Türk Sultanları da bölgeye 10 binden fazla Kölenedik ve Cenevizlilerden başka kimsenin olmadığı, bir tek Rum'un bile bulunmadığı tarihi bir gerçektir. Bölgeye "Maraş" isminin Osmanlılar döneminde adaya Anadolu'nun Maraş vilayetinden çok sayıda asker ve göçmen gönderilmesiyle verildiği de o dönemin nüfus kayıt belgeleriyle sabittir.
Köydeki hainlerin sayısı çok değildi ama anlatılanlar, akıncıların midesini bulandırdı. Birçok köyde, kasabada, çok olmasa bile, bunlar gibi satılıklar ya da gönüllü işbirlikçiler eksik değildi. Akıncılar bunlara “Müslüman gâvuru” diyorlardı. Teğmenin, bu çürümüş insanlardan dert dert yandığı bir yönetici, “İyi ki bu savaş oldu da ne durumda olduğumuzu anladık, bu hastalığın farkına vardık..” demişti, “yalnız köylerde değil ki, şehirlerde de hayli çürük var. Hele İstanbul yönetimi çürük dolu.
MS 843'te büyük bir Viking filosu, ,Fransa'nın Loire Nehri'nde yağmalamaya çıktığında, akıncılar işe nehir ağzındaki Nantes Katedrali'ni ele geçirmekle ve piskoposla bütün rahipleri öldürmekle başladılar.
12 Mart 1971 askeri muhtırası toplumsal alanın ideolojik mücadeleye açılmasına karşı askeri bürokratik elitlerin verdikleri bir cevaptı. Muhtıra, İslamcı hareketi de etkiledi. MNP muhtıranın ardından kapatılırken MTTB açık kalmasına karşın içe kapanmak zorunda kaldı.
Erken Cumhuriyet döneminde düşünsel muhalefetin neredeyse tek imkanı milliyetçilik içi tartışma yürütmekti. Kemalist milliyetçi anlayış ve Turancı anlayışın karşısında üçüncü bir milliyetçilik tanımı İslam'ı kültürel yönü ile Anadolu coğrafyasının bir parçası, dolayısıyla "millet" tanımının bir parçası olarak kabul edecek muhafazakarlardan gelecekti. Türkiye İslamcılığının ilk teorik manifestosu 1943'te yayın hayatına başlayan Büyük Doğu'da, Necip Fazıl Kısakürek'in kaleminden çıkacaktı. Necip Fazıl, lslam'ı milleti oluşturan bir kültürel unsur olarak meşrulaştıran muhafazakar anlayışı sahiplenecek ama aşacaktı
Akıncılar hareketinin Erbakan ve Parti'ye duydukları sadakati genel olarak niteleyecek ayrım ise "partili" olma ama "partici olmama" ayrımı dır. Akıncılar hareketini MSP Gençlik Kolları'ndan ayırt eden bu ayrımdır...
Akıncılar hiçbir zaman partici olmadı dava adamı oldular.