“Ben seni hep bekledim Alp hep bekledim. Pencerenin önünde, sokakta yürürken, şarkı söylerken, yemek yerken resim yaparken uyurken bile ama sen hiç gelmedin. Umutlarım ağrıyor Alp ölüyorum ben.”
Dedim ya az evvel size, kara demek boşluk, hiçlik, fenalık değildir. Kara; dolmuş, çekmiş, emmiştir de ondan karadir. Sizin de karadır bir yanınız. Hiç değilse gölgeniz vardır. İşte biz karalığını içindeki ak mayaya indirmiş, gece inince kararmış seher vakti ağrımış ol Alp Erenlerin dualarının hâlâ esen yelle sırtımızı sıvazlayıp geçtiği ülkenin nesliyiz.
Reklam
Mor yavı Han sevdim seni:) selam olsun ruhuna..
"Kanlı-Yavı'nın iki oğlu var idi. Büyüğünün adı Mor-Yavı, küçüğünün adı ise Kara Alp-Arslan idi. Mor-Yavı Han, 75 yıl padişahlık yaptıktan sonra ölüp, öbür dünyaya gitti.."
"alp kadın ata biner, savaşır hüner gösterir" "ben alp kadın değilim demek ki" "uğraşırsan sen de olursun" "onlar oldular da ne oldu" "eşlerinin yardımcısı oldular, savaştılar" "ben savaşta kılıç sallayamam" "o zaman sevincini kederini paylaşarak" savaşırsın sen de "
Ne demek ‘Kim bu Alp?’
Birsen

Birsen

@YercekimliUvercinka
·
22 Nisan 21:37
Önümde yatan ölü incecikti, dal gibiydi. Çıplak bedeninde mor noktalar vardı. Bir çifteden çıkan saçmaların izleri olmalıydı. Eğilip daha yakınına sokuldum. Yüzüne bak­tım. Dudakları gerilmişti. Belli ki ilk ölen oydu. Solmuştu yüzü, eskimişti. Saçları alnına yapış­mıştı. Sanki bir kriz anında güçlükle soluk alır gibi bir görünüm vardı yüzünde. Ama hiçbir bu­ruşma yoktu, gergindi yüzü. Dudaklarındaki ka­sılma, çektiği acıdan gibiydi... Yavaşça eğildim. Yüzüne yaklaştırdım yüzümü. Ne kadar da solgundu. Acı, donup kal­mıştı yüzünde. Ağzına sinekler konmuştu, gezi­niyorlardı dudaklarında. Uzanıp üfledim sinek­leri, kovdum. Havalanıp yine kondular. Daha hızlı üfledim. Gözleri yarı aralıktı. Dudaklarımı uzattım, öpmek istedim onu. Ve eğilip öptüm so­ğumuş alnından. Bir daha öptüm. Birden boynundaki yırtığı gördüm. İlk kur­şunu boynundan yiyip çöken kimdi? İçimden yuvarlanıp gelen bir ses, sanki hiç tanımadığım bu genç ölüyle tanıştırmak istedi beni; «Alp bu» diyordu içimdeki ses. Ve taştı dudaklarımdan. Bağırmışım: «Alp bu!» Kendi bağırışımla kendime geldim. Çevreme bakındım. Off, ne kadar kalabalıktılar. Ne kadar yalnızdım. Kimdi bu insanlar? «Alp mi dedin?» «Alp bu,» dedim. «Alp. Hangi Alp? Soyadı ne? O da Orta Do-ğu’da mı okuyor?» Soruyorlar: «Alp diye biri var mı o fotoğraf­ların arasında?» Yanıtlıyorlar: «Yok komutanım.» «Kim bu Alp?» «Alp bu» dedim, sustum. Ne demek ‘Kim bu Alp?’ Artık hiçbir soruyu yanıtlamak istemiyor­dum. Zorladılar, ama konuşmadım. «Tamam. Yeter. Götürün.»
Önümde yatan ölü incecikti, dal gibiydi. Çıplak bedeninde mor noktalar vardı. Bir çifteden çıkan saçmaların izleri olmalıydı. Eğilip daha yakınına sokuldum. Yüzüne bak­tım. Dudakları gerilmişti. Belli ki ilk ölen oydu. Solmuştu yüzü, eskimişti. Saçları alnına yapış­mıştı. Sanki bir kriz anında güçlükle soluk alır gibi bir görünüm vardı yüzünde. Ama hiçbir bu­ruşma yoktu, gergindi yüzü. Dudaklarındaki ka­sılma, çektiği acıdan gibiydi... Yavaşça eğildim. Yüzüne yaklaştırdım yüzümü. Ne kadar da solgundu. Acı, donup kal­mıştı yüzünde. Ağzına sinekler konmuştu, gezi­niyorlardı dudaklarında. Uzanıp üfledim sinek­leri, kovdum. Havalanıp yine kondular. Daha hızlı üfledim. Gözleri yarı aralıktı. Dudaklarımı uzattım, öpmek istedim onu. Ve eğilip öptüm so­ğumuş alnından. Bir daha öptüm. Birden boynundaki yırtığı gördüm. İlk kur­şunu boynundan yiyip çöken kimdi? İçimden yuvarlanıp gelen bir ses, sanki hiç tanımadığım bu genç ölüyle tanıştırmak istedi beni; «Alp bu» diyordu içimdeki ses. Ve taştı dudaklarımdan. Bağırmışım: «Alp bu!» Kendi bağırışımla kendime geldim. Çevreme bakındım. Off, ne kadar kalabalıktılar. Ne kadar yalnızdım. Kimdi bu insanlar? «Alp mi dedin?» «Alp bu,» dedim. «Alp. Hangi Alp? Soyadı ne? O da Orta Do-ğu’da mı okuyor?» Soruyorlar: «Alp diye biri var mı o fotoğraf­ların arasında?» Yanıtlıyorlar: «Yok komutanım.» «Kim bu Alp?» «Alp bu» dedim, sustum. Ne demek ‘Kim bu Alp?’ Artık hiçbir soruyu yanıtlamak istemiyor­dum. Zorladılar, ama konuşmadım. «Tamam. Yeter. Götürün.»
Reklam
Alp’le Sinan yanyana yürüyorlardı şimdi. Sinan’ ın aksaması daha azalmış gibiydi. O çıp­lak tepeye doğru gidiyorlardı. Birden o tepeden de üstlerine yaylım ateş başladı. Alp, Sinan’a iki adım kala birden sarsılıp öne doğru bükülüverdi. Boynunu tutuyor, topar­ lanmaya çalışıyordu. Yarayı boynundan almış ol­malıydı. Gidip Sinan’a tutunmayı denedi. Sinan, bir kolunu Alp’in beline sardı. Alp’in bir kolu da Sinan’ın omuzundaydı. Birlikte sürükleniyorlar­dı şimdi, iki yaralı. Ve birbirlerinden kopup düştüler yere. İkisi­nin de düştükleri yerden ateşe başladıklarını gördüğüm anda, sırtıma inen dipçikle son gö­rüntü de siliniverdi. Bu onları son görüşüm oldu: Alp karşıki çıp­lak tepeye, Sinan bizden yana ateş ediyordu.
Uzakta, tepenin ortalarında birden yine Alp’ le Sinan’ ı gördüm. Aynı yönde yürüyorlar, Alp, Sinan’a yaklaşmaya çalışıyordu. Bulunduğum yerden, sağımdan solumdan bir sürü namlu, ateş kusuyordu onların üzerine. Alp, Sinan’ın yaralı olduğunu anlamış olma­lıydı.
Gözlerimi aralayıp bakınca öbür arkadaşla­rı da gördüm. Beşyüz metre kadar ötedeydiler. Bir çalıdan ötekine atlayarak, sekerek, sinerek ilerliyorlardı, önde Alp vardı. Onun arkasında Kadir. Onun ötesinde de Mustafa. Çok sakindiler.
Nereye dönüyorsun? dedi Sinan. «Dönsek iyi olur,» dedi Alp.
Reklam
Eylem sırasında neler duyduğumu anlat­makla başlayalım istersen. Banka soygunuyla başlayalım. Ankara’da İş Bankası Emek Şubesi soygunu. Beş kişi yaptık bu işi. Yusuf arabayı bulup getirdi; dışarıda kaldı, arabada bizi bekledi. Alp da dışarıda kaldı; gözcüydü o. Biz üç kişi girdik içeri. Ben, Sinan, Hüseyin. Bir kere, heyecanlanmamak olanaksız. Ama bunun, korkuyla hiçbir ilgisi yok. Hani çok hız­lı giden bir arabada duyulan heyecan gibi. Bir gerilim. Yani, bilinmedik bir olayda duyulan he­yecan gibi.
Çocuklar dağdaydılar. Biz şehirde beş kişi kalıp ‘Şehir Gerillası' olarak çalışacağız, silâh falan almak için gerekli parayı sağlayacağız. Sonra da gidip dağdaki ar­kadaşlara katılacağız. Amacımız buydu. Bu beş kişiden üçü dağda öldü: Sinan, Alp, bir de Kadir Manga. İzmir’de ölen İbrahim Öztaş’ı da sayarsak, demek THKO dört ölü verdi.
200 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
"Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim." (Cemil Meriç)
"Mücadele etmemiz gereken iki düşmanımız var; tembellik ve nefse düşkünlük. Kişi tembellik yüzünden kendini tamamen bırakırken ortamın da ahlâki açıdan korunaksız hâle gelmesine sebep olur."
İrade Terbiyesi
İrade Terbiyesi
Özellikle okullarda öğrencilere okutulması gereken müthiş bir kitap..
İrade Terbiyesi
İrade TerbiyesiJules Payot · Ediz Yayınevi · 201828,6bin okunma
Aklımıza gelenlerle başımıza gelenler arasında bir ilişki yoktur. Düşünceler, beynimizin hayata uyumunu kolaylaştırmak için gerçekleştirdiği biyolojik, kimyasal ve elektriksel işlemlerdir. Kaşınan bir yerimizi kaşımak gibi bir eylemdir. Kaşınmak nasıl evreni değiştirmezse, aklımızdan geçen düşünceler de değiştirmez.
Ayrıldığında muhtaç olduğun kudret, beraberken geçirdiğin zamanın kalitesinde saklıdır.
Resim