Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

alphabetradio

alphabetradio
@alphabetradio
Bibliosmia
At some times...kings were conceived in the figure of Christ the son, at others in the figure of God the father. And in England...the king's government endowed him with all the attributes of divinity...Like God he was omnipresent, for in himself he constituted the "body politic" over which he ruled. But like the son...he had a "body natural"...and the two were inseparable like the persons of the Trinity. (Bazı zamanlarda...krallar Tanrı'nın oğlu İsa figüründe, bazı zamanlarda ise Baba Tanrı olarak tasavvur edilirdi. Ve İngiltere'de....hükümet, kralı, kutsallığın tüm özellikleriyle donatmıştı. Tıpkı Tanrı gibi kral da her zaman ve her yerdeydi; çünkü o, yönettiği "siyasi bünyeyi" oluşturmaktaydı. Bununla birlikte tıpkı oğul gibi "doğal bünye" sahibiydi ve bu iki bünye kutsal üçlemenin kişileri gibi birbirinden ayrılmazdı.)
Reklam
Although fictions enable the few to govern many, it is not only the many who are constrained by them. (Her ne kadar kurgular azınlığın çoğunluğu yönetmesini mümkün kılsa da bu kurgular tarafından kısıtlanan yalnızca çoğunluk değildir.)
In order to be viable, in order to serve its purpose, whatever the purpose may be, a fiction must bear some resemblance to fact. (Yaşamak, amacı ne olursa olsun onu yerine getirmek için bir kurgunun gerçeğe biraz benzerlik göstermesi gerekmektedir.)

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
The political world of make-believe mingles with the real world in strange ways, for the make-believe world often mold the real one. (Hayali olanın siyasi dünyası, gerçek dünyayla ilginç biçimlerde karışmaktadır; çünkü hayali olan sıklıkla gerçek olanı şekillendirmektedir.)
Governments require make-believe. (Hükümetler hayali olana gereksinim duyarlar.)
Reklam
alphabetradio
@alphabetradio·Bir kitabı okumaya başladı
Inventing the People
Inventing the PeopleEdmund S. Morgan
0/10 · 0 okunma
1902 Birinci Jön Türk Kongresi nasıl özetlenebilir? (5)
Ermenilere gelince, Sabahattincilerden elde ettikleri bunca ödüne rağmen, kendilerini yine de ayırmak ihtiyacını duydular. Siyasal düzeni dönüştürmek konusunda Osmanlı liberalleriyle işbirliği yapacaklarını, fakar Türkiye'nin birlik ve varlığına karşı değil de, siyasal iktidara karşı olmak üzere kendi özel eylemlerini sürdüreceklerini...bildirdiler.
1902 Birinci Jön Türk Kongresi nasıl özetlenebilir? (4)
Kongre kararıyle Abdülhamit yönetimi ile Osmanlı halkları arasında hiçbir bağ bulunmadığı duyuruluyordu...Bundan başka, uğrunda çaba gösterilecek üç hedef çiziliyordu: Osmanlı Devletinin bütünlük ve bölünmezliği; ilerlemenin şartı olan, içte asayiş ve barışın sağlanması; başta 1876 Kanun-i Esasi olmak üzere Devletin temel yasalarına saygının sağlanması (md. 1). Son olarak...özellikle Berlin andlaşmasına uyulacak ve Türkiye'nin iç düzeniyle alakalı olduğu ölçüde bu hükümler ülkenin bütün vilayetlerinde uygulanacaktı (md. 4)...(Berlin Andlaşmasının) 61. madde(sine) göre, halkı Ermeni olan vilayetlerde ıslahat gecikmeksizin yapılacak, Ermeniler Çerkes ve Kürtlere karşı korunacak ve "arasıra" bu yolda alınacak tedbirler (Avrupalı 'Büyük') Devletlere bildireleceğinden, bunlar, bu tedbirlerin yürütülmesine nezaret edeceklerdi.
1902 Birinci Jön Türk Kongresi nasıl özetlenebilir? (3)
Kongrede iki önemli tez atıldı. Birincisine göre yalnız propaganda ve yayınla devrim yapılamazdı, onun için de askeri kuvvetlerin de devrim çalışmalarına katılmasını sağlamak gerekiyordu...İkinci tez, devrimi sağlamak için yabancı müdahalesinin davet edilmesi yönündeydi...Söz konusu müdahalenin 'müdahaleyi önlemek için bir müdahale' olduğu anlaşılıyor.
1902 Birinci Jön Türk Kongresi nasıl özetlenebilir? (2)
Tunalı Hilmi'nin Kongreye çağrılmamış olması...delegelerin 'seçilmiş' olduğunu ve kongrenin Sabahattin'in seçtiği kimselerin egemenliği altında cereyan ettiğini göstermektedir.
Reklam
1902 Birinci Jön Türk Kongresi nasıl özetlenebilir? (1)
Sabahattin ve Lutfullah Beylerin bir bildirgesiyle yapılan çağrı üzerine, Paris'te 4 Şubat 1902 tarihinde toplandı ve 9 Şubat'a değin sürdü. Böyle bir kongrenin toplanmasına en önemli engel, gelecek delegelerin yol ve Paris'te ikamet masraflarıydı. Bazı delegelerin Mısır, Kıbrıs, Bulgaristanb, Romanya'dan gelmek zorunda bulundukları düşünülürse işin önemi anlaşılır. İşte bu parayı kaynağının ne olduğunu bilmediğimiz, fakat tahmin edebildiğimiz (İngiliz kaynakları), "şahsı namına" bir borçlanmayla Sabahattin sağlamıştı.
22 Temmuzda Paris Osmanlı Büyükelçiliğinin resmi tebliği çıktı. Buna göre, Avrupa'da muzır yayınlarda bulunanlar Padişahça affediliyordu. Dönecek olurlarsa, kendilerine parasız pasaport, yolluk ve liyakatlerine göre memuriyet verilecekti. Avrupa'da öğrenimlerini sürdürmek isteyenlere maaş bağlanacaktı. Bildirinin çıkarılmasından on gün sonra, zararlı yayınları sürdürenler Osmanlı uyrukluğundan çıkarılacak ve yurtlarına dönmelerine izin verilmeyecekti...Bildiri derhal sonuç vermeğe başladı...Abdülhamit ile yapılan mütarekeden (Ağustos 1897) 1899 sonuna değin Jön Türk hareketi sürekli bir çözülme gösterdi. Bir takım yayınlar çıkıyordu ama, bunların Abdülhamit yönetimine 'satıldıklarını' görüyoruz.
Özgürlükçüler için başlıca tasa, "Bu devlet nasıl kurtarılabilir?" sorunuydu. Abdülhamit yönetiminin Yunan zaferi, geri gelen bir canlılığın belirtisi olduğuna göre, özgürlük davası ikinci plana geçiyordu.
...Fransız liberal kamuoyunun desteği sayesinde yine de İT'liler Batı Avrupa'da barınmakta zorluk çekmediler. Bu yüzden, Abdülhamit 1897'de özgürlükçülerle anlaşmak üzere harekete geçti...Böyle bir anlaşma için ortam son derece elverişliydi. Zira Abdülhamit yönetimi o yıl Yunanistan'a savaş ilan etmiş ve bu savaşı kazanmış bulunuyordu...Abdülhamit kazandığı bu nüfuzdan yararlanarak iki şey yaptı. Biri...Harbiye Mektebindeki örgütlenme ortaya çıktığında, sorumlularına, o güne dek pek görülmemiş ağır cezalar verdirmek, ikincisi de ülke dışındaki İT'lileri mücadeleden vazgeçirmek oldu.
Abdülhamit, ülke dışındaki özgürlükçülerin çalışmalarını önlemek için çeşitli yollar deniyordu. Bunlardan biri, bunların barındıkları memleketin hükümetine baskı yapmaktı. Örneğin, A. Rıza Meşveret'i bu yüzden İsviçre'ye ve burada hurafat Osmanlı hükümetince satın alındığı için de Belçika'ya taşımak zorunda kalmıştı.
Osmanlı Devleti nesnel ve ussal bazı esaslara göre değil, resmen ve fiilen bir padişahın lutfuyle, keyifle yönetiliyordu.
Reklam
...pozitivizm, metafiziği reddederek yeniden bilimin, gerçekçiliğin üstünlüğünü ilan ediyor(du)...Fakat toplum olaylarını açıklarken, pozitivizm tutucu bir renk alıyor, bulunduğu toplum yasalarına göre toplumsal ilerlemenin düzen içinde olabileceğini, artık ilerlemek için ihtilale gerek olmadığını söylüyordu (bu görüş "İntizam ve Terakki" düsturu ile ifade ediliyordu).
Cemiyetin ciddi bir örgüt olduğunun bir işareti de, bir şifresinin ve hatta her şubede ayrı bir anahtarının bulunmasıydı (md. 38). Cemiyetin esas defteri, güvenlik nedenleriyle yurt dışındaki şubelerden birinde bulunacaktı (md. 15).
Her (İttihat ve Terakki mensubu) ancak 3 kişi tanır: kendisini cemiyete alan üstü (mafevki) ve diğer bir üstü, bir de kendisinin cemiyete alabileceği kimseyi, ki astıdır (madunu). Her üyenin bir kol numarası, bir de sıra numarası vardır. Üyeler yukarıya doğru yani küçük numaralardan kolbaşlarına doğru haberleri iletirler, emirler ise aşağıya doğru kolbaşlarından küçük numaralı üyelere doğru ulaştırılır (md. 6-10).
Sonradan İttihat ve Terakki adını alacak olan örgütün (İttihad-ı Osmani) kuruluşu 1889 yılına rastlar...İttihadı-ı Osmani, Askeri Tıbbiyedeki kuruluşundan sonra bu ve başka yüksek okullarda yayılmaya devam etti. Abdülhamit düzeninde böyle bir muhalefet örgütü ancak gizli olabilirdi. Nitekim dernek, İtalyan ihtilalci Carbonari örgütünden esinlenerek hücreler halinde örgütleniyordu.
Avrupa'da gerek I. Meşrutiyet için çalışan Namık Kemallerin kuşağına, gerekse II. Meşrutiyet için çalışanlara Jön Türk denildiği halde, Türkiye'de Jön Türk deyince daha çok 1889'dan sonraki dönemde, II. Meşrutiyet için çaba gösterenler anlaşılmaktadır. İlk devrimci kuşak ise Türkiye'de daha çok Genç Osmanlılar diye tanınmaktadır.
Jön Türk deyimi nasıl ortaya çıktı?
1865'te İstanbul'daki Belgrad Ormanında piknik yapan 6 genç, İttifak-ı Hamiyyet adında gizli bir dernek kurdular. Bunların arasında...Namık Kemal Bey...vardı...İttifak-ı Hamiyyet'in kurucuları, örgütlenirken Avrupa'daki "genç" örgütleri, özellikle Genç İtalya örgütlerini örnek almıştı. Böylece artık "hasta adam" denen Osmanlı Devletini özgürlükçü yollardan kalkındırmak amacını güdenlere, Fransızca "Jeune Turc - Jön Türk" denildi. Bilindiği üzere, 19. yüzyılda feodaliteye karşı mücadele eden liberal-köktenci hareketler "genç" adıyla anılıyordu. Bunların en ünlüsü 1831'de Mazzini tarafından kurulan ve İtalya'nın cumhuriyet yönetimi altında birleşmesini amaçlayan Genç İtalya örgütüydü.
Reklam
19. Yüzyılın Sonunda Dünya Ne Durumdaydı?
Küçük şirketlerin yerini tekel ya da yarı tekel niteliğinde dev şirketler almaktaydı. Bu sürecin sömürge edinme çabasını hızlandıracağı açıktı. Fakat dünyada sömürge olmaya aday olup henüz elkonmamış ülkeler...azalmış olduğu için, bu bir yarış halini almıştı...Gerçi Çin, İran, Osmanlı gibi sözümona bağımsız ülkeler vardı ama bunların bağımsızlığı, emperyalizme dayanıklılıklarından çok, emperyalist ülkerden birinin onlara tek başına elkoymamış ya da emperyalist ülkelerin bunları paylaşmak konusunda aralarında uyuşamamış olmalarından ileri geliyordu.
Abdülhamit'in Harbiyelilere Karşı Tutumu
...Abdülhamit, Sarayda ve İstanbul'da bulunan I. Orduda alaylı subayları tercih ediyordu. Devrimci subaylar genellikle mektepliler arasından - daha Harbiye sıralarındayken - çıkıyordu. Fakat Abdülhamit gibi müstebit bir Padişahın bu gerekçeyle askeri okulların gelişmesini kösteklemesi zordu. Zira devleti ayakta tutabilmek için iyi yetişmiş, bilgili subaylara ihtiyaç vardı. Bunları başta Makedonya olmak üzere - çoğunlukla İstanbul dışında - kendilerine en çok ihtiyaç duyulan yerlere yolluyordu. Böylece hem bu 'tehlikeyi' savuşturmuş, hem de ihtiyacı karşılamış oluyordu.
Paşanın dediği gibi, "aşağıdan" kuvvet alınamazdı, çünkü bu takdirde taşra adına konuşacak olan ayanlara söz hakkı verilmiş olacaktı. Tanzimatçıların doğrudan hakla temas kurmaları herhalde beklenemezdi.
19. Yüzyılda Osmanlı'nın durumunu Fuat Paşa Şöyle Anlatıyor:
"Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkan yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir".
alphabetradio
@alphabetradio·Bir kitabı okumaya başladı