Kuşkusuz sadece, kalıtımlarının rüzgârıyla tek bir yöne itilenler güçlü iddialara sahip olabiliyorlar. Tersine, içinde birbirine zıt ama birbirini dengeleyen talepleri barındırıp büyüten melez varlıklara gelince, sanırım, arabulucular ve sanatçılar bunların arasından çıkıyor.
Ruhun tamamen şeffaflıktan, sevgi ve saflıktan ibaret olmasının istendiği o masum çağda, ben kendimde sadece karanlık, çirkinlik ve sinsilik görüyorum.
Buğday tanesi yere düşüp ölmezse yalnız kalır; fakat ölürse çok mahsul verir. Hayatını seven onu kaybeder; bu dünyada hayatından nefret edense onu əbədi hayat için saklar.
Eylemlerimizin, demek istediğim en can alıcı eylemlerimizin gizli nedenleri gözümüzden kaçar, sadece sakladığımız hatıralarda değil, yaşandığı anda da.
Gerçeklik endişesi ne kadar büyük olursa olsun, anılar her zaman için ancak yanı yarıya samimidir: Her şey söylendiğinden daima çok daha karmaşıktır. Hatta belki de romanda gerçeğe daha fazla yaklaşılmaktadır.
Tohum Ölmezse, Andre Gide'nin en açıkyüreklilikle yazılmış en samimi ve en cesur eseri bence. Kendi yaşamını anlattıgı bu eseri diğer eserleri kadar kıymetli. Döneminin değer yargıları ve ahlak anlayışı karşısında böylesi açıklıkla yazılmış bir eseri kaleme almak büyük bir cesaret gerektirmiştir şüphesiz. Yargılamadan, eleştirmeden, ötekileştirmeden okumaya hazır okurlar için kesinlikle tavsiye ederim.
Andre Gide eserlerini okurken bu eseri son sıraya koymanızı tavsiye ederim. Ancak o zaman, diğer eserleri ile kuracağınız bağ sayesinde tarafsız bir kabul edişle okuyacaksınız. Ayrıca diğer eserlerinde, Dar Kapı, Pastoral Senfoni gibi, kendi hayatindan esinlendiğini de görebilirsiniz.
Tohum ÖlmezseAndré Gide · Can Yayınları · 201067 okunma
Kişisel acılar gözyaşlarımı akıtabilen acılardan değildir; yani kalbim ne kadar acıyla dolu olsa da yüzüm ıslanmaz. Çünkü dâima bir yanım beni geriye çeker ve diğer yanıma bakıp alayla şöyle der: "Haydi ama sen de! O kadar da üzgün değilsin!" Öte yandan, kendi acılarımdan çok daha şiddetle hissettiğim bir başkasının acıları konu olunca sular seller gibi gözyaşı dökerim; ama en çok da herhangi bir güzellik, asalet, fedakârlık, sadakat, minnet, cesaret belirtisinde ya da çok saf, çok temiz veya çok çocuksu bir duygunun dışa vurulmasında; aynı şekilde, sanat karşısında duyduğum çok büyük heyecan da gözlerimin hemen yaşlarla dolmasına yol açar.
Ne kadar kendimden geçersem geçeyim ve ne kadar tükenmiş olursam olayım, ancak tükenişi daha da ileri götürdüğüm zaman ara veriyor, soluklanıyordum. Aklımın ihtiyat tavsiyesine rağmen, daha ölçülü olmaya çalışmanın ne kadar boşuna olduğunu sonradan anladım; çünkü bunu her deneyişimde, hemen arkasından, hem de tek başıma, onsuz huzur bulamadığım ve ne zorluklarla ulaştığım o topyekûn tükenişe kadar didinmem gerekiyordu. Aslında kendimi açıklama yapmakla yükümlü görmüyorum; vücudumun işleyişinden hiçbir şey anlamadan ya da çok az anlayarak hayattan çekip gideceğimi biliyorum.