Anıl Hatayi

Anıl Hatayi
@anilhatayi
Şii cemaatlerle temasın bir sonucu olarak Haçlılar, Şiileri Müslüman cemaatin geri kalanından ayıran bazı farklılıkların, son derece bulanık bir biçimde de olsa, bir şekilde fark ettiler. Örneğin konuyla ilgili söyleyecek sözü olan en erken Haçlı tarihçi Surlu William 1180 civarında Şii İslama ilişkin bilgisini şöyle özetledi: Şiilerin kendilerine göre Allah, İslamın mesajını tek gerçek peygamber olan Ali'ye (Hali) emanet etmek istemişti; ama melek Cebrail yanıldı (ya da yanıltıldi) ve mesajı Muhammed'e (Mehemeth) verdi. Haçlıların bilgili kabul edilen diğer tarihçisi Vitry'li James Şiiler ile Sünniler arasındaki teolojik farklılıkların biraz farkında olduğunu gösterir; ama o da farklılıkları yanlış anlar ve Ali taraftarlarının, Muhammed'in kurduğundan farklı bir şeriata uyduklarını, Ali ve destekçilerinin Muhammed'i karaladıklarını ifade eder. Ancak 907/1501'de Oniki İmamcı Şiilik, Safevi İran'ın devlet dini olarak kabul edildikten sonra, o ülkeye seyahat eden Avrupalılar Şii İslam konusunda daha güvenilir bilgi toplamaya başladılar.
Reklam
Doğduktan sonra neredeyse dört yüzyıl boyunca Avrupalılar İslamı hem askeri hem entelektüel bir görüngü olarak göz ardı etmeyi tercih etti ve İbrahimi gelenekte yeni bir tektanrıcı din olma statüsünü de inkâr etti. Esasında Avrupalıların İslam algısı korkudan ve bilgisizlikten kaynaklandı ve Batılı zihinlerde oldukça çarpık ve son derece saçma bir İslam imgesiyle sonuçlandı. Özellikle 11. yüzyılın sonuna doğru başlayan Haçlı Seferlerine katıldıktan sonra Avrupalılar İslamla ilgili bilgiye ulaşma olanağı bulmalarına rağmen, bu imgenin ortaçağ boyunca ve sonrasında korunduğunu not etmek önemlidir.
Bir propaganda kampanyasının oldukça enerjik ortaçağ versiyonu olarak görülebilecek bir faaliyete girişen İsmaili düşmanı yazarlar, 4./10. yüzyılda bir "kara efsane" üretti. İsmaili Şiilik, İslamı içeriden yıkmak için Ali soyundan olmayan sahtekârların özenle tasarladığı İslamın başsapkınlığı olarak tasvir edildi. 5./11. yüzyıla

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İsmaili imamların yönettiği Fatimi halifeliğinin 297/909'da kurulmasıyla birlikte, yerleşik düzene İsmaili meydan okuma gerçeğe dönüştü ve yoğun Sünni tepkilere neden oldu. Neredeyse anında Sünni Abbasi devleti ve uleması, İsmaililere karşı yaygın bir edebi kampanya başlattı. Uzun süreli bu hakaret kampanyasının genel amacı, İsmaililer diğer Müslümanlar tarafından öğreti gerekçesiyle "kâfir" diye mahkûm edilebilsin diye, İsmaili cemaati bizzat kökeninden itibaren itibarsızlaştırmaktı. 4./10. yüzyılın ilk yarısında Bağdat'ta yaşayan İbn Rizam'la başlamak üzere, bu polemikçiler, İsmaili imamların Ali soyundan geldiğini çürütürken, İsmaililerin sözde şeytani öğretilerine ve pratiklerine ilişkin çetrefilli anlatımları zekice uyduruverdiler. İsmaili düşmanı bu polemikler, İsmaililere ve diğer Şii cemaatlere ve gruplara karşı büyük bir derleme çıkaran el-Bağdadi (ö. 429/1037)' gibi Sünni mezhep tarihçileri için önemli bir "bilgi" kaynağı oldu. Sayıları daha az, ama Şiiliğin iç bölünmeleri ve öğretileri hakkında daha bilgili olan el-Nevbahti (ö. 300/912'den sonra) gibi İmami Şii mezhep tarihçileri, farklı bir imam soyunu desteklemelerine rağmen, İsmaili Şiilere çok daha az düşmandı.
Farklı okullara ve edebi geleneklere mensup Sünni yazarların çok büyük bölümü, Şii İslam ve iç bölünmeleriyle ilgili doğru bilgi toplamakla hiç ilgilenmedi; çünkü İslama ilişkin bütün Şii yorumlarını doğru yorumdan sapma olarak ve bu yüzden kâfirlikle bir gördüler. Sünni Abbasi düzeninin meşruiyetine ve otoritesine meydan okuyan devrimci bir hareket şeklinde örgütlenen İsmaili Şiilere ilişkin değerlendirmelerinde özellikle haşindiler. Gerçekten de İsmaililer, Şiiliğin siyasal bakımdan en aktif kanadını temsil ediyorlardı; Abbasilerin kökünü kazımayı ve halifeliği, Şii cemaatin kabul ettiği Ali soyundan imamlara geri vermeyi amaçlayan dinsel-siyasal bir gündemleri vardı. Devrimci mesajları özellikle 3./9. yüzyıldan itibaren bütün İslam topraklarına yayıldı.
Reklam
Reklam