Allah işitendir, görendir diyor din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni. Sonra da oğlanlara dönüp, “Allah cennette size Müjde Ar gibi kadınlar verecek.” diyor. Farkında mısın bilmem ama düşünüyorum da her şeyi hep erkeklere veriyorsun. Biz sadece ellerimizi ve yüzümüzü açabiliyoruz, onlarsa göbekten dizkapağına kadar olan yerlerini kapatıp, geri kalan her yerleri açıkta efil efil gezebiliyorlar maşallah. Şimdi biz bu dünyada kapattık her yerimizi, katlandık sıcaklara ve cennete gittik diyelim, peki, orada da mı her yerimizi kapatıp gezeceğiz? Orada bari tişörtle şort giyme hakkımız olsa! Sadece göbekle dizkapağımızın arasını kapatsak, memelerimizi sallaya sallaya? … Hem erkekler çok güçlü. Babam anneme sandalye fırlattı geçen gün. Demir sandalye. Annemin kolu bacağı mosmor oldu. Annem aynını yapmak istese, daha sandalyeyi kaldıramadan babam onu yere serip dümdüz eder. Haksızlık değil mi bu sence de? Erkeklere burada dört kadın alma hakkı veriyorsun, bir de cennette, etti beş. Kadınlar ise dünyadaki kocalarıyla cennette de evli olacaklarmış. Babaannem öyle diyor. Annem babama bu dünyada katlanıyor zaten, bir de cennette… Cennette bari anneme acı Allahım. Tom Kruyz ver ona mesela. Motosikletiyle gezdirsin annemi, uçağıyla uçursun. Ben de bineyim, hiç uçağa binmedim daha.
Sayfa 25
-Neyin? -Bu dünyada ne kadar ömrümün kaldığını. -Bilemezsiniz ki, ne zaman öleceğinizi. -Ortalamalar yasası çevresi içinde tahmin edebilirim. -Peki, tahmin edin. -Eğer sağlığın ve koşullar ortalama olarak böyle devam ederse, 87 yaşıma kadar yaşayacağımı tahmin ediyorum. Bayağı bol keseden hesapladığımın farkındayım. Babam 84 yaşında öldü, annem kanserden 44 yaşında. İki ağabeyimde biri 77, diğeri 79 yaşlarında öldüler. Her neyse, farz edelim ki 87 yaşına kadar yaşayacağım. -Ama sadece yıl değil ay ve gün de önemli. -Doğru; doğum günümde öleceğimi varsayalım. -Peki. -Ben şimdi 62 yaşındayım. Ne yapar? -Ne yapar? Yani ölümüme kaç yıl var? -25 yıl. -Kaç gün? Arif Bey, kağıt üzerinde 25 ile 365'i çarptı: -9125. -Demek bu güzel dünyada, 9125 günüm var. -Siz de don juan'ın Carlos'a konuştuğu gibi konuşmaya başladınız. İkimiz de güldük. -Kaç saatim var? -9125*24 ile kaç saatiniz olduğunu buluruz. İki yüz on dokuz bin saatiniz var. -Tabii, bu saatler istediğim gibi kullanabilme özgürlüğüne sahip olduğum saatler değil. Çalışma hayatı içinde işe gidip gelirken harcanan zamanlar var; işte, banyoda, yemek yerken, alışveriş gibi, uyku gibi zorunlu olarak harcanan zamanlar var. -Geriye günde sizin kendinize 3 veya 4 saatiniz kalır. -Ya da 4 veya 5 saat. Bu 4 veya 5 saat içinde kendime özgü yaşamımı oluşturacağım. Birisi beni, hocam geleyim bir tavla atalım gelin bize buyurun bir çay içelim; gelin biraz sohbet edelim Birgül sağdan soldan konuşalım Birgül diye davet ettiği zaman kendime ait zamanın bilincinde olarak evet veya hayır derim bu bilinç için de seçimimi yaparım.
Sayfa 294
Reklam
Bir ay önce ektiğimiz soğanlar yabancı otlardan gözükmüyorlardı. Her yıl babam büyümeden toplardı, kendisi bahçeyle ilgilenmeyi çok sever, kanser tedavisi görmeye başladı ve güneşe çıkması yasak bu yüzden otlar baya büyümüştü. Annem "bahçeden soğan topla" deyince gelip soğanları aradım "geçen yıl nereye ektiysek oradadır" dedim ve bu manzarayla karşılaştım. Bir yılda insanın hayatında ne çok şey değişiyor, demekki babam bu yüzden bahçeye bakıp bakıp tekrar dönüyordu. Hastalıktan dolayı kısıtlanmış bir hayat, birazda fiziksel ve psikolojik yorgunluk. Çok iyi anlamdım babamı otlara bakareken. Aslında mevzunun otlar olmadığını çoğunuz anladınız okurken ama nasıl ifade edilir bilemiyorum. Hastaneden döndüğünde belki görüp mutlu olur diye ufak bi darbe girişiminde bulundum yabancı otlara karşı. Eski sağlığına kavuşup, eskisi gibi istediği herşeyi yapabilmesi için çok dua ediyorum. İnşallah bir daha bahçesine bakıp üzülmez ve umarım babam gelene kadar biraz kendine gelir gariban soğanlar çünkü baya hırpaladım.:)) "Sal bizi be yürü git ya"der gibiler :)
Yüzündeki tiksinti apaçıkmış. Küçükken bir keresinde ölümlülerin neye benzediğini sormuştum. "Biçimlerinin bize benzediğini söyleyebilirsin," demişti babam, " ama ancak bir solucanın balinaya benzediği kadar." Annem daha basit bir açıklama getirmişti: Çürümüş etle dolu iğrenç torbalara benzerler.
"Ya evlilik" demiş annem ona, "Ya da hiç. Ayrıca, evlilik olursa şunu bilmelisin: Kırlarda istediğin kadar kızla birlikte olabilirsin ama hiçbirini eve getirmeyeceksin çünkü sarayının salonlarında sadece ben salınacağım." Koşullar, kısıtlamalar. Bunlar babam için yeni şeylermiş, tanrıların en bayıldığı şey de yeniliktir. "Anlaştık" demiş babam ve bunu mühürlemek için anneme bir kolye vermiş, en nadir boncuklardan dizilmiş, kendi yaptığı bir kölyeymiş bu.
Pakistan herhangi bir ülke değil ve yaşamım da öyle oldu. Babam ve iki erkek kardeşim öldürüldü. Annem, ben ve kocam hapsedildik. Yıllarca sürgünde yaşadım. Ama tüm güçlüklere ve üzüntülere rağmen dayanıyorum. Geleneklerin dışına çıkarak İslam'da ilk seçilmiş kadın başbakan olduğum için kendimi kutsanmış hissediyorum. Bu seçim İslam dünyasında kadının rolü ile ilgili tartışmaların odak noktası oldu, bir Müslüman kadının da başbakan olabileceğini, bir ülkeyi yönetebileceğini karıtladı. Bana bu onuru verdikleri için Pakistan halkına müteşekkirim.
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.