"ulusun kendi kendini oryantalize etmesi" :/
1987-1988 yıllarında, “Süren İhtişam” adlı “Türk Festivali" kapsamında, Washington, Chicago ve New York müzelerinde açılan "Muhteşem Süleyman" sergisi böyle bir gösteriye örnektir. Festivali düzenleyen, Reagan yönetimiyle sıkı bağları olan, “ülkeleri pazarlama" uzmanı bir halkla ilişkiler şirketiydi. Sanat eleştirmeni Brian Wallis, bu şirketi "ulusun kendi kendini oryantalize etmesine" aracı olmakla eleştirir: Muhteşem Süleyman sergisinden edinilen izlenim, "dışardan bir güc[ün] Türkiye üzerine stereotip bir kimliği” dayatması değil de, "bizzat Türk ulusu[nun], sergide ulusal imajını bu stereotipe uyacak şekilde" yeniden tasarlamış olmasıydı. "Amerikalı izleyicilerin görmeyi bekledikleri temsil de buydu."
Alternatif kökler
Cevat Şakir Kabaağaçlı ve Sabahattin Eyüboğlu gibi edebiyatçılardan oluşan yaratıcılarının "hümanist" olarak nitelendirdiği bu alternatifte, Anadolu uygarlıklarından miras, melez bir kimlik öneriliyordu. Türkiye'nin geçmişini keşfetmek, Türklerin geçmişini keşfetmenin yerini alıyordu. Ulusal sınırlar içindeki toprakları temel alan bu tez, bir ara, 1980'lerden sonraki liberal retorik tarafından da benimsendi. Türkiye'nin Avrupa coğrafyasının bir parçası olduğu savına, önceki resmî anlatılara kıyasla daha ikna edici bir gerekçe getiriyordu bu tez. 1988'de Paris'te yayımlanan La Turquie en Europe adlı kitabında bizzat Turgut Özal'ın da alıntıladığı “hümanist" alternatif, böylece resmî söyleme de yerleşmiş oldu. Bundan böyle Iyonyalı Homeros ve Tarsuslu Aziz Paulus "bizim" yurttaşlarımız olacaktı.
Reklam
Hegel estetiğinde sanat, “dünyanın kaderi", "tarihin mimarı" olan "mutlak tin"i ifade eder. Bu tin (geist), "bu sonsuz ve mutlak idea" paylaştığımız çağın (zeitgeist) ve ulusun (volksgeist) bir tezahürüdür.
Pera üzerine
Haussmann'ın Paris'indeki altıncı bölgeye atıfla Altıncı Arrondissement olarak anılan Pera, Türkçe'den ziyade Fransızca'nın konuşulduğu, magasine'lerin, pasajların, café ve tiyatroların mekânıdır. ...Fakat bu Frankofil mizansen, hâlâ öylesine kolonyal bir tahayyül, öylesine bir yanılsama ürünüdür ki, Batı'daki ulusal müzelerin doğuşunu hazırlayan sanatsal özerkliği besleyecek bir kamusal alan gibi düşünülmesi mümkün değildir.
Edward Said'in tesbiti ile
Batı aklı öteden beri Doğu'yu (Şark'ı), birçok açıdan Batı'dan noksan bir sistem olarak kavramayı seçmiş, Doğu kültürlerini toplum bilimlerinin yekpare bir nesnesi olarak ele almıştır. Bu nesnenin bilgisi, ilişkili bir dizi kavram çifti üzerinden kurulur: Dinamik/durağan, modern/geleneksel, ilerici/muhafazakar, orijinal/taklitçi gibi ikiliklerin ikinci terimleri Doğu'yu bir noksanlıklar dizisi olarak tanımlar.
Sayfa 120Kitabı okudu
Kültür
‘Kültürün bir anlamlandırma sistemi, bir dil olarak ‘maddileşmesi’, iletişimin arketipi olan sanatı bir yandan güçlendiriyor, diğer yandan ise bütün hayata zerk ederek popülerleştiriyor ve eritiyor.’
Reklam
196 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.