"Ben özgürüm" diye dağda bayırda sırt çantası ile yürümek; hedonist, narsisist bir varoluş tarzını insana "özgürlük" diye yutturmak, sadece boşa zaman kaybıdır.
Gerçek hürriyet ancak vermekle başlar.
Anadolu'da depresyonu tarif etmek için daral derler, kalp bölgelerini işaret ederek "kalbim daralıyor" derler.
Ama kim Beni anmaktan yüz çevirirse, bilsin ki, onun dar bir hayat alanı olacaktır...
(M. Esed Meali, Taha Suresi:124)
Her şey O'na kendi diliyle hamd eder ama siz onların zikirlerini duymazsınız. (İsra, 44)
Eşyaya hürmetsizliğin devasa boyutlara ulaştığı şu tüketim toplumunda, tükettiğimiz şeylerin de bir ruhu ve hayatı olduğu gerçeğini kavramak olağanüstü önem taşır.
İnsanın kendi öz hakikatine doğru yaptığı yolculuk sırasında kurduğu ilişkiler çok önemlidir. Kimlerle beraber olduğumuz ve kimleri kendimize muhatap seçtiğimiz, yükselmemizi belirleyen en önemli unsurlardır.
Ya alt katların karanlığında donup kalacağız ya da hakiki muhabbetin nuru ile buzları eritip bir üst kata çıkacağız.
Son senelerde gördüğüm en anlamlı filmlerden biri olan, What Dreams May Come (Rüyalar gerçek olsa) filminde Robin Williams, öldükten sonra cennete girer...
İçinde bulunulan anın ihtişamını yaşayamayan, eşya ve insanın hakikatine nüfuz edemeyen insanı, geçmiş ve geleceğe sığınmanın dışında ne avutabilir ki?