Geçmişte “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” denirdi. Bugün Bağdat vandalların elinde nasıl virane edildiyse, analık da yakın zaman sosyopatlarının elinde delik deşik edildi.
Eşitlik ve adaletin olmadığı bir dünyada, kahrı hep analar yükleniyor. Çocuklarının kahrını, son nefeste, bu kez ölü gövdeleriyle yine analar üstleniyor.
Referansını sadece kendi benliğinden alan, yalnızca kendi egosunu kutsayan, dürtü ve heveslerinin önündeki her engeli tahrip etmek isteyen sorunlu gençler, anneleriyle de anlamlı bir insan ilişkisi kuramıyor.
Babanın evden uzaklaştığı evlerde anneler hem değer koyucu olmak zorunda, hem de disiplin sağlayıcı. Bu ister istemez bir çatışma doğuruyor ve bıçak anneye yöneliyor. Bu katliamda kutsala karşı pervasızca açılan savaşın hiç mi günahı yok?
Annelerini katleden çocukların hikâyeleri mâşerî vicdanı yaralamaya devam ediyor. Ne oluyor da yakın zamana dek aklımıza bile getiremeyeceğimiz bu kötülük, lanetli bir salgın gibi ruhlarımızı kemiriyor?
Bu ülkede ortak akla, ortak hayallere, ortak bir mitolojiye ihtiyacımız var. İdeolojik itiş kakış arasında, birkaç nesil birden heba oluyor. Türk ailesi için alarm zilleri çalıyor.
Türkiye, kendi kuyruğunu yiyen bir canavar gibi, gençlerini öğütüyor. Çünkü sağlam anne-babalar kalmadı. Çünkü gençler anne-babalarından korkmayı unuttu.