Kadınlar berbat bir evlilik ya da ilişkiden sonra genelde uzunca bir süre yeni bir sevdadan kaçıyorlar. Erkekler içinse tam aksi geçerli; bir felaketi atlatır atlatmaz derhal yenisini aramaya başlıyorlar. Erkekler yalnız yaşayamıyor.
Hayatın kendisi hiç mutlu bir alan değil.
Negatifliklerle dolu. Bütün bu negatifliklerin
içerisinden mutluluk yaratmaya çalışıyorum. Aslında her şey bir çemberin içinden dönenler arasındaki mücadeleye dayalı. Fare böceği boğuyor, böcek ağacı yiyor, ağaç da kağıt helva gibi yıkılıyor. Doğa matematiğine bakınca öyle. Bizim hayat da böyle. Ben de bunu aktivitelerle güzel yapmaya çalışıyorum. Bana verilen sürede mutlu olmaya çalışıyorum. Durduğunuz yerde mutlu olamazsınız. Bir şey yapmanız lazım.
Eğer bakmayı değil görmeyi bilirsen gözlerin sana oyun etmez, dosdoğru görürsün. İçte saklı olanı, acıtanı, kanatanı görürsün. O vakit anlarsın ki o dediğin sensin, seyrettiğin kendi bedenin, kendi suretin ve ağladığın kendi acıların.
... kadınlar, bilhassa anne olanlar, ellerinde uzun atlama sırıkları, koşabildikleri kadar hızla koşup, hoooop üç-beş, bilemedin on sene içinde genç kızlıktan yaşlılığa sıçrayıveriyorlar. Her biri uzun atlama şampiyonu.
... henüz yeterince olgunlaşmamış, olmamış, pişmemiş, ha bire düşüp dizlerini kanatan yan kız çocuğu yan kadın bir mahluk görüyorum kendime bakınca. Ama bunu itiraf etmeye dilim varmıyor.
Kaçarak, korkarak, saklayarak, bitmez tükenmez can sıkıntılarından mürekkep bir hayatı yaşamak, yaşamak değildir. İnsan ki eşref-i mahlukattır, bir nebat gibi hissiz ve gayesiz yaşamak ona yakışmaz.
Hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen, seni hırpalayarak değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun altının üstünden daha iyi olmayacağını?