Yaşam biçimi olarak da Jean-Jacques'la uyum içinde olduğunu hissediyordu: "Hep sabahları yazarım. Rousseau'nun da sabah ufak bir gezinti yaptiktan sonra yazmaya oturduğunu öğrendiğimde mutlu oldum... Bir
yazar her zaman iki kişi olarak var olmak zorundadır: biri yazan, diğeri ise eleştiren kişi. Gece, yaraticı çalışma hızlı bir şekilde ilerlese bile eleştiri birçok durumda yapılmıyor, bu büyük tehlike... Dickens ve Rousseau
gündüz yazarlarmış."
1857 yılında yayımlanmış olan Gençlik kitabında
sık sık Rousseau'yu anar ve onu zevkle okuduğunu itiraf eder. "Rousseau’nun meditasyonlarında doğa durumunun medeni duruma göre daha ahlaklı olduğunun anlatılması çok hoşuma gitmişti: sanki kendi düşüncelerimi okuyordum, onlar üzerine zihnimden bazı kişisel argümanlar ekliyordum...
Insan kusursuz doğar, Rosseau'nun söylediği büyük laflardan biri, hareket ettirilemez hakiki bir kaya gibi. Doğuşta, insan uyumun, hakikatin, güzelliğin ve iyiliğin bir minyatürü gibidir."
"Aziz ve muhterem bayım, gereksiz yere sinirlenmeyin!"
Güçlükle şunlar çıktı ağzımdan: "Sinirlenmek ve umutsuzluğa kapılmak için haddinden fazla neden var burada. Nafile tesellilerinizi kendinize saklayın ve beni yatıştırmaya çalışmaktan da vazgeçin lütfen; çünkü kusursuz bir takım elbise dikmek adına yaptığınız şey son derece can sıkıcı. İçime doğan zayıf ya da güçlü tüm korkular doğru çıktı ve en kötü beklentilerim gerçekleşti. Kusursuz bir beden ve kesim garantisi vermeye nasıl cüret edersiniz ve cılız bir dürüstlük ve asgari ölçüde bir içtenlik ve dikkatle bile, büyük bir talihsizliğe kurban gittiğimi derhal kabul etmeniz gerekirken beni mesleğinizin ustası olduğunuza temin edecek cesareti nereden buluyorsunuz? Değerli ve seçkin şirketiniz tarafından şahsıma teslim edilmesi gereken kusursuz takım, tam anlamıyla berbat olmuş!"
Tartışmayan, itiraz kabul etmeyen, hak vermeyen, hatasını kabullenmeyen, kendini ve kendi doğrularını asla sorgulamayan, dürüst davranmayan, sohbet etmeyen, şakalaşmayan asık suratlı bir dil...
Daima ötekileştiren, dışlayan, aşağılayan, kuşkulanan, açığınızı kollayan, tahrik eden, hırpalayan, hesap soran, azarlayan, bağırıp çağıran, suçlayan, had bildiren, hafife alan, hor gören, dudak büken, iftira atan, dayatan sonunda da mutlaka hakaret eden eril bir dil...
Bebeklikten itibaren tüm çocuklar, çevredeki yetiştirenlerin iktidarına tabidir, talimatlarına uymak zorundadır. Bu öğreti, daha sonra eğitim kurumu, dolayısıyla devlet iktidarı tarafından pekiştiriliyor.
Coşku ile içe dönük bir mizacın
gözlemcisi iç soğukluğunu nasıl
bağdaştıracağını biliyorsun; bununla birlikte,
kendi açımdan, kusursuz buluyorum seni... Ne
var ki beni anlamak istemiyorsun! Sağlığın
yerinde değilse, öğüdümü dinle (en iyisini senin
için ayırdım), ve kırlarda bir gezinti yap. Can
sıkıcı bir takasa ne dersin? Dinlenmiş kafayla
yanıma gel, hava aldıktan sonra. Ağlama artık;
üzmek istemiyorum seni. Sevginin belli bir
noktaya kadar şarkılarımdan yana olduğu
doğru, değil mi dostum? Öyleyse, öteki
basamakları aşmana kim engel oluyor?