Nereye gittiğimizi, niçin gittiğimizi düşünmüyordum bile. Bunun ne önemi olabilirdi ki? İkimiz yan yana olduktan, bazen göz göze geldikten, ellerimiz birbirine dokunduktan sonra daha ne isterdik!
Bir anda ikimiz de bambaşka insanlar olmuştuk. Bütün kaygılarımız, üzüntülerimiz uçup gitmişti. Yeryüzünde ikimizden, mutluluğumuzdan, yerden, gökten başka bir şey yoktu.
Gene sustuk. O anda belki ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk. Fakat aramızda bir duvar vardı sanki; benim ona yaklaşmamı, onunda yanıma binmesini önleyen bir duvar.
Çünkü bizim bütün köylerde kızları görücülük yoluyla isterler, kızın düşüncesini sormadan kocaya verirler. Bu çeşit olaylar üstüne çok yazı okumuştum. Saçma bir şeydi bu. Testi kırıldıktan sonra ağlamışsın, ne çare?
Ertesi gün gözüm hep yollardaydı. Al yazmalımı, selvi boylumu bir daha görecek miydim? Nerelerdeydi benim fidan boylum, ince bozkır kavağım? Ayaklarında lastik çizmeler, sırtında babasının ceketi de olsa aldırdığım yoktu. Ben bunların içindekini görmüştüm ya!
İkimiz de susuyorduk, ama bir gönül rahatlığı içindeydik. Bir insan az öncesine değin zerrece tanımadığı fakat o anda bütün düşüncelerini çelen ve kendisine dirseği dokunurcasına yakın oturan biriyle yolculuk ederse gönlü rahat olmaz da ne olur?