Benim olsaydın, ah bu mümkün olsaydı… Seni uzak, uzak, bu insanlardan pek uzak bir yere götürürdüm; öyle bir yere götürürdüm ki orada yalnız tabiatla kalırdık. Denizle, sema ile sahra ile kalırdık… Sade ikimiz kalırdık…
Bütün güzel şeyler, kederli, dayanılmaz bir çekicilikle beni ölüme yöneltiyor; bedbahtların hayattan yorgun düştükçe duydukları ölüm arzularını ben güzellik ve mutluluğun önünde hayran [olduğum] ve hasretle ezildiğim zamanlar hissediyorum; hayranlığım yavaş yavaş ağır bir hüzne, ezici bir hüzün ve eleme dönüşüyor; sanatın, tabiatın beni dehşete düşüren güzelliklerine karşı beni sıkıntı sarhoşu ediyor. Duygularım o kadar şiddetli ki eleme temas ediyor. İşte bunun için bu arzulara hayatı en çok sevdiğim zaman düşüyorum, neşelerim ölüm arzularıyla kanadı kırık kalıyor.